Farabi

Farabi

870-950 yılları arasında yaşamış olan İslam düşünürü.

Sistemi Aristoteles mantığına dayanan akılcı bir metafizikten oluşan, Aristoteles'in sistemini Plotinos'un görüşleri yardımıyla, İslam inancı ile uzlaştırmaya çalisan Farabi, Tanrı'nın varoluşunu kanıtlarken, Aristoteles'in akılyürütme çizgisini takip etmiştir. Ona göre, bu dünyadaki nesneler hareket etmekte, değişmektedirler. Dünyadaki nesneler hareketlerini bir ilk Hareket Ettiriciden almak durumundadırlar. Bu ilk Hareket Ettirici ise, Tanrı'dır.

Farabi, varlık anlayışında, mümkün ya da olumsal varlıklar adını verdiği nesneler ile Tanrı arasındaki farklılık ve ayrılığı, mümkün varlıkların Tanrı'dan, ilk varlıktan sudur ettiklerini söyleyerek açıklamaya ve temellendirmeye çalisir. Farabi'ye göre, ilk varlık, Tanrı, varlık taşkını yoluyla evrendeki bütün varlık düzenini 'doğal bir zorunlulukla' meydana getirir. Evren Tanrı'nın değerine hiçbir şey katmaz. Yetkin bir varlık olan Tanrı'nın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Tanrı'yla evren arasındaki ilişkiyi, evrenin Tanrı'dan sudur, türüm yoluyla ve zorunlulukla çiktigini söyleyerek açıklayan Farabi'ye göre, evren aynı zamanda Tanrı'nın sonsuz cömertliğinin bir sonucudur. Tanrı, Farabi'nin sisteminde herşeydir. Tanrı seven, sevilen ve sevgidir. O bilen, bilinen ve bilgidir.

Tanrı herşey olduğuna ve hiçbir şeye ihtiyaç duymadığına göre, Farabi bu noktada, mümkün varlıkların varoluşları için, Tanrı'nın yalnızca kendisini konu alan bilme faaliyetine başvurur. Buna göre, yaratıklar, Tanrı'ya en yakın 'akıllar' halinde Tanrı'dan çikip varlığa gelirler. Onun sudur, türüm anlayışına göre, Tanrı'nın kendi tözünü bilmesinden birinci akıl doğar; bu aklın Tanrı'yı bilmesinden ise, ikinci akıl türer. Böylelikle, ortaya sırasıyla 10 akıl çikar; onuncu akıl, etkin akıldır (aklı faal). Birinci aklın varlığı, Tanrı dolayısıyla zorunlu, ama kendi özünde mümkündür; ilk akıl, kendini bu niteliğiyle bildiği için, onun maddesinden birinci gök katı, formundan da (suretinden de) o gök katının ruhu sudur eder. Böylelikle on akıldan her birinin karşilığı olarak bir gök katı türer. Madde de Tanrı'dan sudur etmiştir. Belirsizlik demek olan madde, Tanrı'ya en uzak olan varlıktır.

Etkin Akıl insan ruhunun da nedenidir. İnsan anlayışında, Farabi insanın ruh ve bedenden meydana geldiğini söyler. Bedenin yetkinliği ruhtan, ruhun yetkinliği ise akıldan kaynaklanmaktadır. Ruhun başlıca görevleri eylem, anlama ve algılamadır. Ona göre, bitkisel, hayvani ve insani olmak üzere, üç tür ruh vardır. Bitkisel ruhun görevi, bireyin yetişme ve gelişmesi ile soyun sürdürülmesi, hayvansal ruhu görevi iyinin alınıp kötüden uzak durulması, insani ruhun görevi ise güzelin ve yararlının seçilmesidir.

Farabi ahlak anlayışında, insanın akıl yoluyla iyi ve kötüyü ayırt edebileceğini savunur. İnsan için amaç mutluluk, en büyük erdem de bilgeliktir. Farabi'ye göre, en yüksek iyi olan mutluluk, etkin akıl ile birleşmek yoluyla gerçekleşir. Zira, insan kendisini anlamak için evreni anlamak, evreni anlamak için de evrenin amacını kavramak durumundadır. Evrenin esas ve en yüksek amacını anlamak, insan için gerçek mutluluktur. İnsanın kendisini ve evrenin amacını anlamaya kalkışması ise, bilim ve felsefe yapmakla ilgili bir şeydir. İnsan aklının en yüksek düzeyde yetkinleşmesi, insan aklını Etkin Akıl'a yaklaştırır.

Etkin akıl insan aklının yönelebileceği en yüksek hedeftir. Etkin akıl'a ulaşmak, bu dünyada Gerçek, Doğru, İyi ve Güzeli ortaya çikaran felsefe, bilim ve sanatla uğraşmak yoluyla olur. Böylelikle, insan ruhunu temizler, saflaştırır. İşte, bu, insan için ölümsüzlükle eşanlamlıdır. Bu yol Tanrı'ya yöneliş, Tanrı'ya varış yoludur. Bu ise, insan tadabileceği en yüksek mutluluktur.

Farabi'ye göre, etkin akıl'a yönelmek durumunda olan şanslı insanlar filozoflar, bilim adamları, peygamber ya da gerçek yönetici ve sanatçılardır. Demek ki, doğrulara ulaşan filozof ve bilim adamı, iyilikler meydana getiren gerçek yönetici, güzellikler yaratan sanatçı, ona göre, birbirlerinden çok farklı olmayan insanlardır. Filozof ve bilim adamı gerçeği ve doğruyu, bilimsel yöntemle tanır. Yani, o etkin akıl'a kendi yolundan giderek varır. Peygamber ve gerçek yönetici gerçeği ve doğruyu, vahiy yoluyla bilir. Yani, o da etkin akıl'a kendi yolundan giderek ulaşir. Farabi'nin bu düşüncesine göre, bilim, din ve felsefe, birbirlerini ortadan kaldırmak yerine, birbirlerini tamamlayan disiplinlerdir. Onlar yalnızca aynı gerçeğe ve doğruya, etkin akıl'a ulaşmanın farklı yollarıdırlar.
 
SON KONULAR
Şems-i Tebrizi bởi Tarih_Dehası,
Şeyh Şâmil (1797-1871) bởi Talebe,
Venizelos bởi Tarih Öğretmeni,
Sait Molla bởi Tarih Öğretmeni,
Lord Gürzon bởi Tarih Öğretmeni,
FARABÎ (870-950)

Büyük mütefekkir ve ünlü musiki üstadıdır. Türkistan’ın Seyhun Irmağı kenarındaki Farab Kasabası’nda doğdu. Asıl adı Ebu-Nasr Muhammed’dir. İlk öğrenimini Farab’da, yüksek öğrenimini ise Bağdat’ta yaptı. Mantık, felsefe, matematik, tıp ve musiki üzerinde büyük vukuf sahibi idi. Bu konular üzerinde 100’den fazla eser verdi. Bu arada Aristo’nun bütün eserlerini de şehretti. Şam’da vefat etti. Babüssagir mezarlığında yatmaktadır.

Yaşadığı devirde ilim dilinin Arapça olması yüzünden bütün eserlerini Arapça kaleme alan Farabî, doğu âleminin ve Türklüğün ilk büyük «fikir adamı sayılır.» Aynı devirlerde batı dünyasında ilim dilinin Grekçe ve Lâtince olması yüzünden bütün batılı bilim adamlarının eserlerini bu dillerle yazdıkları gözönünde tutulursa, Fârabî’nin Türk olduğu halde Arapça eser yazmasını kınamak doğru olmayacaktır. Üstün bir zekâ ve kabiliyete sahip bulunan Fârabî, Bağdat’ta yaptığı yüksek öğrenimi sırasında Arapça, Farsça, Grekçe ve Lâtince’yi ana dili gibi öğrenmiş, bu lisan zenginliğini çaşitli dallardaki çalışmalarıyla bir kat daha değerlendirmişti. Bu arada Yunan felsefesini de inceledi. Bu konunun büyük üstadı Aristo’nun eserlerini, aslından çok daha anlaşılır şekilde şehretti. Bu yüzden yalnız doğo aleminde değil, batı alemi de kendisini, Aristo’dan sonra gelen «Hoca-i sâni» olarak kabul etti.
Fârabî, eski felsefeyi yeni felsefeye aktarırken gösterdiği büyük ustalıkla da dikkati çekmişti. Bu nedenle Montesquieu ve Spinoza gibi ünlü fikir adamları da onun etkisi altında kaldılar.
Felsefeye mantık yolu ile giren Fârabî, genellikle «metafizik» üzerinde durdu. Din ile felsefeyi birbirinden ayıranlara karşı dururken, bu iki kavramın birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu tezini savundu. Hayatı bounca dini, felsefenin temel taşı saydı. Bu arada İslâm dinine felsefe anlayışını da sokarak İslâm felsefesini ortaya çıkardı.
Fârabî’nin tek ve şaşma ilkeai «Varlığın ilk sebebi» idi. Ona gore insan, gerçeğe varabilmek için mutlak surette dışl dünya ile ilişkisini keserek mânevi alemini arındırabilirdi. Aşk is felsefede işte böyle bir ifadenin gerçekleşmesinde yardımcı etkendi. Aşk insan benliğinin geçici bir eylemi değil, bütünyle gerçeğe, yani Tanrı’ya bağlanmaktı. Varlıkların özü Tanrı’dan geliyordu. Daima şöyle derdi:
“Evrenin tümünü kavramak isteyen bir kişi, once insana bakmalıdır. Çünkü bütünüyle varlık kavramı ruhta belirmiştir. Tanrı, varlıkların en büyüğü ve en son kademesidir. Bütün insanlık onun özünde birleşmektedir. Varlığı başka varlıklarla kıyaslanmayacak kadar mükemmeldir. Akıl, Tanrı’nın özünden gelir. Ahlâkın ise temeli bilgidir.”
“Akıl, edindiği bilgilerle iyiyi, güzeli, kötüyü ayırır. İnsan için en yüksek erdem bilgi olduğuna gore, en yuce kat’tan gelen akıl, davranışlarımızad gerekli doğru yargıyı verebilecek güçtedir.”
Bu büyük ilim adamı, ilimleri iki bölümde inceledi. Bunlardan birincisi teorik ilimlerdi ki, içinde metafizik, mantık ve biyoloji bulunur. Diğeri pratik ilimlerdir. Bu grupta da ahlâk, siyaset, musiki ve mantık yer alır. Fârabî, Aristoteles’in ilim dediği « hitabet » ve « şiiri» bu sınırın dışında bırakır.
941 yılında Halep’e gelen Farabî, oarada hüküm sürmekte olan Hamdanoğulları’ndan Seyfüddövle Ali adlı bir Türk Beyi ile tanıştı. İlminin ününü işitmiş bulunan Türk Beyi, onon engin şahsiyetine de hayran kaldı. Farabî’yi ağırlamakta kusur etmeyen Bey, onun Halep’e yerleşmesini sağladı. Fakat kendisine vermek istediği yüksek maaşı kabul ettiremedi. Ömrü boyunca son derece mütevazı bir hayat süren Farabî, yevmiye olarak ancak dört dirhem gümüş aldı.
Halep Beyi’nin büyük hayranlığını kazanması, bu büyük kültür merkezi ile civarında bulunan yerlerdeki bilginlerin olanca kıskançlıklarını körükledi ve pek küçümsedikleri bu büyük bilgin ile imtihan olmaya kalkıştılar. Bey’in huzurunda yapılan bu çetin imtihanda Farabî, bütün konularda büyük üstünlüğünü ortaya koydu. Bunu kendisiyle imtihan olmak isteyen kişilere de kabul ettirdi. O kadar ki, imtihana gelen ve kendilerini bilgin zannedenlerin hepsi, bu imtihan sonunda öğrencisi olarak Farabî’nin yanında kaldılar.


Farabî, aynı zamanda musiki alanında da büyük bir üstat idi. Kanun adı verilen müzik aleti onun buluşudur. Ayrıca rübâp denilen çalgıyı da geliştiren ve bugünkü şeklini veren yine odur. Şark musikisinin nazariyelerini «Kitab’ül Musikiyûl Kebir» yani «Büyük Musiki Kitabı» adlı eserinde gösterdiği gibi, birçok besteler de yapmıştı.
Arap ülkelerinde yaşamasına rağmen mütevazı hayatının yanısıra Türkistan milli kıyafetini de asla terketmedi. Hep bu kıyafet içinde göründü. Seyfüddövle Ali Bey’in Şam’ı fethetmesi üzerine Farabî de onunla birlikte Lam’a gitti. Ömrünün son günlerini oarada geçirdi. 80 yaşında Şam’da vefat etti.
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt