Yahudilik

  • Konbuyu başlatan Talebe
  • Başlangıç tarihi
  • Cevaplar 1
  • Görüntüleme 771
  • Etiketler
    yahudilik
  • Cevaplar: 1 Görüntüleme: 771

Talebe

Yönetici
Katılım
14 Şub 2021
Konular
559
Mesajlar
4,059
Tepkime puanı
10,674
Puanları
113
Meslek - Branş
Öğretmen - Tarih
Talebe Hakkında ek bir bilgi sağlanmamış.
YAHUDİLİK


Yahudi dini. İlahi menşeli olmakla bera­ber günümüzde tamamen ilk orjinini kaybe­den ve dîn olma vasfından ziyade etnik ve kültürel tarihi bir toplumun inançtan bütü­nü.
Yahudilik, Babil sürgününden beri milli bir din haline getirilmiş ve bu özelliği günü­müzde çok açık bir şekilde pekişmiştir. Ne var ki, tek Tann'yı vahye dayanan kutsal ki-(abi ve peygamberleri kabul eder görünme-siyle milli dinlerden aynlırken, özellikle di­ni ırka özgü kılmasıyla da ilahi dinlerden farklı bir konuma yerleşmiştir. Dolayısıyla Yahudiliğin bir din mi, ırk mı, veya milletmi olduğu hususunda açık bir görüş ileri sü­rebilmek zorlaşmaktadır. Nitekim, Yahudi teriminin yanında ibrani ve İsrail terimleri­nin iç içe geçmiş bir şekilde kullanılır olma­sı bunun bir göstergesidir.
Yahudi terimi, İshak oğlu Yakub'un oni-ki oğlundan dördüncüsü olan Yuda veya Yahuda'ya izafeten kullanılmıştır. Bir baş­ka rivayette Filistin'in güney bölgesinde or­taya çıkan Yuda veya Yahuda Krallığı, Ya­hudi teriminin kaynağı olarak ileri sürül­müştür.
ibranî terimi, İshak oğlu Yakub'un oni-ki oğlundan dördüncüsü olan Yuda veya Yahuda'ya izafeten kullanılmıştır. Bir baş­ka rivayette Filistin'in güney bölgesinde or­taya çıkan Yuda veya Yahuda Krallığı, Ya­hudi teriminin kaynağı olarak ileri sürül­müştür.
İbranî terimi, "îbrî" veya "Hibrî" keli­melerinden türetilmiş olup, M.Ö. XV-XIV. yüzyıllarda Filistin'e gelen göçebe bir kabi­lenin ismidir.. "Öte yakanın insanları" de­mek olan İbrani kelimesi, Fırat ve Ürdün nehirlerinin öbür yakasından gelen göç­menleri işaret etmektedir. Kenan ülkesi yerlilerinin bir nitelemeyi yaptıkları Yahu­di kutsal metinlerinde belirtilir.
İsrail terimine gelince; Tevrat (Tekvin XXXII/28; XXXXV/9-Hoşea XIl/4-5)'ta nakledildiğine göre, Tanriyla ve insanlarla güreşip yenen anlamında Tanrı tarafından Yakub'a verilen bir unvandır. Fakat Yahudi ansiklopedisi (The Universal Jewish Ency-clopedia, New York 1948) kelimenin "Tanrı'yla mücadele eden" anlamı taşıdığı­nı da belirtmektedir. Taberi Tarihi'nde (1/320) İsrail teriminin Hz. Yakub'a izafe­ten "gece işinde Allah'a giden" anlamında kullanıldığını söyler. Ayrıca On İki Yahudi kabilesine de İsrail denildiği rivayeti varsa da, bu bağlamda İsrail teriminin Hz. Süley­man'dan sonra ikiye bölünen ve kuzeydeki kabilelerin krallığını belirtmek üzere kulla­nıldığı bilinmektedir. Şu var ki, Babil sür­gününden sonra Yahuda (Yuda)'ya geri dö­nen tbraniler, genel olarak İsrailliler olarak anılmışlardır.
Özet olarak söz konusu kavim, Filistin (Kenan ülkesi)'e yerleşmeden önce İbrani, burada îsrailler, sürgünden sonra da çoğun­lukla İsrailoğullan, fert olarak da Yahudi şeklinde nitelendirilmişlerdir. Fakat üç teri­min de aynı şeyi ifade ettiği söylenebilir.

Yahudilikte inanç Esasları


Yahudi Dini'nde, Müslümanlıkta oldu­ğu gibi, belirli iman esasları tesbit edilmiş değildir. Daha doğrusu İslâm dünyası ile te­mastan önce böyle bir zorunluluk hissedil­memişti. Nitekim ilk defa bir teolojik sis­tem kurma çabası içinde gördüğümüz İs­kenderiyeli Yahudi Philo (M.Ö. 20 ile M.S. 50 veya 60 yıllan arasında yaşadığı bilin­mektedir) bazı temel esaslar ileri sürmekte­dir. Bunlar:
1- Allah vardır ve hükmeder,
2- Allah Bir-dir,
3- Bu alem sonradan Allah tarafından yaratılmıştır,
4- Yaratma (tekvin) birdir,
5- Yaratmayı ilahi takdir idare eder. Fakat bu esaslar, daha doğrusu Philo'nun
teolojik görüşleri, pek çok taraftar bulma­mıştır. Esasen Filistin ve Babil'deki Yahudi cemaatinden ayrı, bir koloni halinde Mı­sır'da, bilhassa İskenderiye'de yaşamakta olan Yahudiler, dinlerinin adı geçen Ülke­lerdeki gelişmelerden hemen haberdar olamam ıslar, beraber yaşadıkları Yunanlı­larla daha çok kaynaşmışlar ve karşılıklı te­sirlerde bulunmuşlardır. Nitekim İskende­riye'deki Yahudi cemaatinden yetişmiş olan Philo'nun, doğrudan doğruya "Ta-nah"& dayanarak kurmuş olduğu teoloji sistemi bir yana, ileri sürdüğü "Allah'ın Bir­liği" doktrini, dahi, "Yahudi tevhid'i değil, bu ancak felsefi tevhiddir" hükmü ile karşı­laşmış, kendisi Yahudi filozoflar arasında dahi sayılmak istenmemiştir.
Philo'nun ortaya attığı "Tek Allah" görü­şü "Tanah"ın telakkisine de uygun olmakla beraber, ondan neş'et etmemektedir diyen bir yazar şöyle devam etmektedir: "Onun tamamen felsefi olan monoteizminde bütün varlıkların 'İlk Sebeb'i olarak, ebedî, değiş­mez, ihtirassız, dünya fenomeninin çok üs­tünde bir Allah akidesi anlatılır. Doktrinin başlıca özellikleri, İlk Sebeb'in mutlak Bir­liği1, 'Mutlak Gerçekliği'- 'Ebediyeti' ve 'Değişmezliği'dir. Bütün bu özellikler O'nu zorunlu olarak insan için bilinebilir şeyler planının üstüne çıkarmaktadır. Bu İlk Se-beb, doğrudan doğruya dünyanın yaratıcısı olarak değil, kainatın ve bütün içindekileri meydana getirmek üzere, İlk Sebeb'in ta­savvur edilmiş olan kudretinin in'ikâs ettiği vasıtalar yolu ile ebedî tecellinin ebedî kay­nağı olarak düşünülür. Bu tecellî durmaksı­zın vukua gelmektedir ve tıpkı kaynağı gibi o da ebedidir, Philo bu tecellî'ye Logos1 adı­nı verir,"
Philo'nun devrinden itibaren, Ortaçağ­larda ve hatta zamanımızda, bazıları "On Emir"i gerçek imanın prensipleri olarak görmek ve göstermeye meyletmişlerdir. Buna bağlı olarak tespit edilen 613 emirle bîr bütün kurulmak istenmiştir. XIX. yüzyı­lın sonlarında Birleşik Amerikalı Yahudi
din adamları tarafından On Emrin, Yahudi­liğin temeli olduğu hususu savunulmuş­tur.
Miladî sekizinci yüzyılda, müslüman dünyası ile yakın temas, bu temas sonucu zuhur eden Karaim adlı Yahudi mezhebi ile mücadele zorunluluğu, diğer taraftan müs­lüman kelamcılannca yahudiliğe yönelti­len hücumları önleme endişesi, iman esas­larının yeni bir görüşle ele alınmasına yol açmıştır. Bu konuda ilk çalışmayı yapan "Saadia Gaon" (Arapça ismiyle Sald b. Yu­suf el-Feyyumî) (892-942)'dir. Tamamen İslâm'ın ve bilhassa Mutezile mezhebinin tesirinde kaldığı "Emunot ve Deot" (=Ema-nal ve îtikadlar) adlı eserinde, Yahudi Di-ni'nin esaslarım ortaya alarken işe Allah'tan başlar:
"Dinin en önemli gerçeği Allah'ın varlı­ğıdır. Tanah'tan bildiğimiz bu hususu şimdi akıl ile de isbat etmeliyiz. Delil, hiç birimiz Allah'ı görmediğimiz ve varlığı hakkında doğrudan doğruya kesin bilgi sahibi olma­dığınız için, hiç şüphesiz dolaylı olacaktır. Kullanacağımız metod, kesin olarak bildi­ğimiz şeylerden mantık kuralları ile adım adım ilerleme yolu ile araştırmamızın hede­fine ulaşma, yani istidlal metodudur. Dün­ya bugünkü haline elbette daha ilkel bir maddeden gelmiş veya getirilmiş olacaktır, acaba bu ilkel madde nasıl olup da bu hale inkılâp etmiştir. Eğer sonsuzdan beri varsa Allah'ı isbat imkânı yoktur, fakat hiçbir şey kendi kendini yaratmayacağına göre, bu maddeyi yoktan var eden 'birisinin' olması gereklidir. İşte bu Allah'ın varlığının delili­dir. Keza dünyanın bir hacim kaplaması ve sonlu olması, çevresindeki gezegenlerin de aynı mahiyette bulunması, bunların sonsuz bir kudret sahibi tarafından yaratılmış olmasını gerektirir. Bitki ve hayvanların do­ğup, büyüyüp ve ölmeleri de Allah'ın varlı­ğının delillerindendir."
"Allah bütün bu şeyleri niçin yaratmış­tır? Onu buna sevkeden hiçbir sebep yok­tur, fakat bütün bunlar da boşuna da yapıl­mamıştır. Allah hikmetini göstermek iste­miş ve O'nun uluhiyeti yaratıklarını kendi­sine ibadet etmeye muktedir kılmak üzere harekele geçerek bu eserleri meydana koy­muştur. Allah bir cisim ve bedene de sahip değildir. Eğer böyle olsa idi sonlu olur ve O'nu her cephesi ile idrak edebilirdik. Al­lah bir cisim olmadığına göre hareket veya istirahat veya öfkelenme ya da memnun ol­ma ona yaraşmaz, zira bunlarm hepsi araz­dırlar ve bedenî arazlar da bedeni ihata eder." Allah'ın cisimsiz oluşu O'nun 'Bir' oluşunun delilidir. Zira cismî sıfatlar veya sayılar cisimsizliğe ıtlak edilemiyeceği ci­hetle Allah da birden fazla olamaz. İkili Al­lah nizamını reddedecek çok kuvvetli delil­leri ileri sürülebilir."
Önemli sıfatları "Hayat", "Kudret" ve "ilim" sıfatlandır. Bu üç sıfat birbirine bağ­lıdır. Tam kudret sahibi olmayan bir yaratı­cı tasavvur etmek imkansızdır, kudret ha-yal'ı gerektirir ve bir yaratıcı ne yarattığını ve yaratacağını yaratmadan öne bilmeksi­zin "Tam ve Mükemmel" olamaz.
Yahudi Öğretileri belli başlı üç unsur ih­tiva eder. Birincisi emirler ve yasaklar, ikincisi bu emirlere itaat veya isyana bağlı olarak mükafat veya ceza ve üçüncüsü ken­dilerinde ilahî emirlerin sonuçlarını gör­mek mümkün olan tarihî şahsiyetlerin ha­yat hikâyeleridir. Yazılı Tora* Şifahîsine inanılmadığı müddetçe maksadını gerçek-leştirmez, bu temeldir, zira bu olmaksızın ne fert ne de toplum var olabilir. Hiç kimse. yalnız kendi hislerine uyarak, yaşayamaz, başkalarından alacağı bilgilere bağlı kal­mak zorundadır. Dinî kanunlarından her­hangi birini ilga veya neshetmek kabil de­ğildir, zira an'ane bu görüşü mutlak olarak benimsemektedir. Esasen bizzat Tevrat kendi kıymetinin devamlı olduğunu ifade etmektedir.
"Aklî" melekeye sahip bulunması ve ale­min kendisi için yaratılmış olması hasebiy­le diğer yaratıklardan Üstün olmasından ötürü yalnız insana emir ve nehiylerde bu­lunulmuştur, însanm bedeni küçük fakat zihni geniş ve büyüktür. Hayatı kısadır, fa­kat bu ona, ölümden sonraki ebedî hayata yardım etmesi için verilmiştir. Eğer Allah insana bazı emirler vermiş ve bunların uy­gulanmasına göre sonunda ona mükafat ve­ya ceza vadetmişse, hiç şüphesiz ona bu ha­reketleri yapma veya yapmama "gücünü" de vermiştir. Bunu Tevrat ifade etmektedir: "önüne hayatı ve ölümü koydum... bu se­beple kendine hayatı seç" veya '..bu sizin elinizle oldu..' Talmud'üa da aynı şey ifade edilmektedir. 'Allah 'Kadir-i Mutlak'dır ve şüphesiz ferde verdiği iradeyi onun nasıl kullanacağını da bilir, çünkü Allah'ın "İlm"i insanın hareketinin sonucu değildir. O her şeyi 'ezel'den bilmektedir, bu itibarla insanın da iradesini nasıl ve nerede kullanıp neyi seçeceğini bilir, insan hiçbir zaman Allah'ın bilgisine aykırı hareket edemez, ama bu hiçbir zaman onun hareketlerini Al­lah tayin ediyor demek olmaz. Bu görüş noktasından hareketle Tevrat'ın "Ben Fira-vun'un yüreğini katılaştıracağım... Fakat Firavun sizi dinlemiyecek" ifadeleri kolay­lıkla açıklanabilir." (Saadia Gaon, Emunot ve Deot)
İrade meselesinin gerek ortaya konuluşunda ve gerekse açıklanmasında tslamî te­sir gayet bariz olarak görülmektedir. Yu Sa-adia Gaon'an Irak'ta, yani îslamî tefrikanın en kesif bulunduğu bir bölgede ve devirde yaşamış bulunmasının bundaki rolü büyük olsa gerektir. Yazarımızın itikadî esaslar­dan saydığı, teknik deyimi ile "kader mese­lesi" daha Önce ele alınmamıştır. Esasen ge­rek Saadia ve gerekse daha sonra gelen din ve ilim adam lan n m ortaya koydukları "iman esaslann"a, önce geçen devirdeki ya-hudilerce, ileride göreceğimiz bazı mez-heplerce itibar edilmemektedir. Fakat önemli olan, böyle iken, o mezhep mensup­larının "Dinden çıkmış" sayılmamalarıdır.
"İnsanın hareketleri, ruhu saf veya lekeli kılmak hususunda bir tesirde bulunur. Ruh, zihnî bir cevher olması hasebiyle insan bu tesiri göremez, fakat Allah bunu bilir. Allah bizim hareketlerimizi de tescil ile muhafaza eder ve gelecek olan dünyada (Olam Ha-Ba) bunlara göre mükafat veya ceza verir. Bu zaman O'nun hikmetinin sayısını tayin ettiği bütün ruhlar gelip geçmedikçe dolma­yacaktır. Aynı zamanda, bilahare verilecek olan mükafat ve cezaların bir kısmı -pey olarak- bu dünyada verilecektir."
"Bundan başka bir dünyanın, insanın mükafat veya ceza görebilmesi için var ol­ması akıl, nakil ve an'ane ile sabittir. Allah'ı tanımak ve O'nun emrettiği yoldan yürü­mek bize bu dünyada ne kazandıracaktır? Zenginlik ve şerefin en üstününe ulaşmış olan bir kimse bile, bu dünyada, hayatından memnun ve mutmain değildir. Bu dünya, iyilikle kötülüğün karışık olduğu ve hatta ikincisinin daha çok olduğu bir yerdir. Ru­hun bu dünyada çektiği ıstırapların dinece­ği ve sükun ve saadete ulaşacağı, mükafata kavuşacağı bir diğer dünyanın varlığı zo-
runludur. Ahd-i Atik'i kabul eden bir kimse de diğer dünyanın var olduğuna inanır, öy­le olmasaydı Yitshak (îshak) niçin kurban edilmeyi göze alacak, Hananiye, Mihael ve Azariya, Nebukadnesser'in altın heykeli önünde secde etmektense ızdıraplara göğüs germeyi niçin tercih edeceklerdi. Danyal, niçin kralın emrine karşı gelip arslan kafesi­ne atılma pahasına Allah'a ibadete devam edecekti? Eğer bu dünyada çektikleri ıztıra-bın, diğerinde mükafatına nail olacaklarını bilmeselerdi böyle davranmazlardı."
"Talmud"Ğa şöyle denilmektedir: "Ge­lecek dünyada ne yeme, ne içme, ne eğlen­me, ne alım ve satım vardır, yalnız muttaki kişiler, başlarında tac olduğu halde ve Al­lah'ın nurunun ihtişamı ile zevk içinde ya­şarlar."
"Fakat yeniden dirilme zamanı gelme­den önce İsrail'e has bir olay vaki olacaktır Peygamberlerin verdikleri sözlere uygun olarak biz inanırız ki, Israiloğulları sürgün­den bir Mesih sayesinde kurtulacaklardır. Bu inancı akıl da kabul eder, zira, Allah âdildir, madem ki bizi günahlarımızdan Ölürü memleketten ve bağımsızlıktan mah­rum eden O'dur, bu cezanın da bir sonu ol­mak gerektir. David'in oğlu Mesih gelecek­tir, Yeruşalim'i düşmandan temizleyecek ve kavmi ile oraya yerleşecektir. Israiloğul-lan bulundukları yabancı memleketlerde Filistin'e toplanıp geldikleri zaman, yeni­den dirilme zamanı da gelmiş olacaktır. Sü­leyman'ın inşa ettiği Mabed yeniden bina edilecek, Allah'ın nuru yine onun üzerine yerleşecek, genç-ihtiyar, efendi-köle bütün İsraillilere nübüvvet nuru ihsan edilecektir. Bu mukaddes devir zamanın sonuna yani bu dünya yerini diğerine terk edene kadar devam edecektir."
"Ruhun müstakbel yeri olarak biz "Gan Eden' (^Cennet) ve 'Ge-Hinom' (=Cehen-nem) u kabul ederiz. Birincisi saadeti ifade eder ki, dünyada bahçeden daha güzel bir yer yoktur" anlamı da bundan alınmıştır. Ge-Hinom ise Kitab'da Mabed'in bulundu­ğu yerden pek uzakta bulunmayan pislik içinde bir yere bağlanmıştır. (Bu yer halen Kudüs'de bulunmakta ve cehennem diye adlandırılmaktadır).
Öteki dünyada mükafat da ceza da son­suz olacaktır, nitekim Allah insanların ha­reketlerine göre ebedî ceza va'dinde bulun­maktadır." (aynı eser)
Saadia Gaon'un ortaya attığı esaslar se­kiz madde içinde formüle edilmektedir:
1- Alem sonradan yaratılmadır (hadis­tir).
2- Allah tek olup cismi yoktur.
3- Vahye iman, yahudi an'anesini de içi­ne almak üzere şarttır.
4- İnsan mutteki olmaya, ruhen ve bede­nen bütün günahları işlemekten sakınmaya davet olunmuştur.
5- Mükafat ve ceza haktır.
6- Ruh saf ve temiz yaratılmıştır, ölüm anında cesedi terkeder.
7- Yeniden dirilmek haktır.
8- Mesih'e intizar,- hesap ve nihaî hüküm haktır.
İslâm kelamcılarının ve bilhassa Mutezi­le başta olmak üzere akılcı İslâm felsefeci­lerinin -tabir caizse- mutlak tesiri altında yetişen birçok Yahudi düşünürü, Saadia Gaon'dan sonra bu esaslar üzerinde çalış­maya, bazan tadile bazan tafsile giderek de­vam ettiler. Bir kısmı Karaî mezhebine mensup olan bu düşünürler, tarih sırası ile şunlardır: Yosef el-Basîr ve talebesi Yeşua ben Yuda (XI ve XH. yüzyıl), Salomon ben
Gabirol (Ölm, 1058 veya 1070), Bahya ben Pakuda (XII. yüzyıl), Yuda Halevî (XII. yüzyıl), Moşe ve Abraham ben Ezra (Ölm. 1138 ve 1167), Abraham Ben Daud (Ölm. 1180 civarı).
Bütün yahudilerce olmasa bile bütün ço­ğunluk tarafından kabul edilerek, günlük dua kitaplarına dahi alınan İman esaslarım tesbit eden Moşe ben Maimun (İbn Mey-mun) dur (1135-1204). Maimun'un yahudi teoloji ve düşüncesine tesiri pek büyük ol­muştur, öyle ki, kendisinden öncekileri unutturmuş ve hepsinin yerini almıştır. Kendisinden sonra gelenlerin onu şerh ve tefsire gidişleri de bunu gösterir.
Ben Maimun onüç esasını "Sanhedrin" kitabına yazdığı mukaddime ile ortaya at­mıştır. Bunlar dua kitaplarına giren şekliyle şu esaslardır:
1- Ben iman ederim ki, Yaratan -ismi yü­ce olsun- bütün yaratılmış şeylerin hem ya­ratanı hem hakimidir ve O tek başına bütün tabiat olaylarını yaratmıştır, yaratmaktadır ve yaratmaya devam edecektir.
2- îman ederim ki Yaratan -adı yüce ol­sun- Birdir, hiçbir birlik de O'nun birliği gi­bi değildir. Yalnız O bizim Tanrımız ol­muştu, halen Tanrımız'dır ve ebediyen de Tanrımız kalacaktır.
3- İman ederim ki Yaratan -adı yüce ol­sun- bir "beden' değildir, bundan ötürü son­lu ve fasid hiçbir şey O'na isnâd edilemez, O'na benzeyen hiçbir varlık yoktur.
4- İman ederim ki Yaratan -adı yüce ol­sun- İlktir ve ayni şekilde Son da olacak­tır.
5- İman ederim ki yalnız Yaratan -adı yüce olsun- ibadete layıktır, O'ndan başka ibadet edilecek yoktur.
6- İman ederim ki Peygamberlerin bütün sözleri haktır.
7- İman ederim ki efendimiz Moşe'nin -ona selâm olsun- nübüvveti hak idi ve ken­disinden önce ve sonra gelen bütün pey­gamberlerin başıdır.
8- İman ederim ki, halen elimizde bulu­nan Tora (=Tevrat) ile Moşe'ye, efendimi­ze -ona selâm olsun- verilmiş olan birbiri­nin tamamen aynıdır.
9- İman ederim ki bu Tora değiştirilme­yecek ve bundan başka Allah tarafından ve­rilmiş kitab olmayacaktır.
10- İman ederim ki Yaratan -adı yüce ol­sun- insanın bütün hareketlerini ve onun bütün düşündüklerini bilir. Nitekim şöyle varid olmuştur: "Her birinin yüreğini yara­tan, bütün işlerini anlayan O'dur."
11- İman ederim ki Yaratan -adı yüce ol­sun- emirlerine uygun hareket edenleri mü­kafatlandıracak ve karşı gelenleri de ceza­landıracaktır.
12- İman ederim ki, Mesih gelecektir, her ne kadar gecikebilirse de, ben onun geli­şine her gün intizar ederim.
13- İman tderim ki, Yaratan'ın -adı yüce olsun- iradesi ile Ölülerin diriltilip kaldırıla­caktan bir gün gelecektir.
Bu esaslardan herhangi birini kabul et­meyen, îbn Meymun'a göre kafir olur ve Yahudi cemaatinden çıkmış sayılır.
XII. yüzyıl sonlarında ortaya atılan bu esaslardan sonra, bu sahadaki çalışmalar sona ermiştir. Zaman geçip, muhit değiştik­çe, yeni yetişen düşünürler tarafından yeni yeni formüller ortaya aülagelmiş, esasların sayıları dahi değiştirilegelmiştir. Mesela meşhur ilahiyatçı Yosef Albo (1340-1444) "Sefer ha İkarîm" (Esaslar Kilabı)'ında doğrudan doğruya İbn Meymun'u tenkide girişerek esasları alüya indirmektedir. Hat-
ta altı madde üç'e dahi irca edilebilmekte­dir.
Tesbit edebildiğimiz son esaslar 1896 yı­lında Birleşik Amerika1 daki Yahudi din adamlarının Milwauke şehrinde akdettikle­ri Kongre'de fikir birliğine vardıklarıdır. Bunlar:
1-Allah birdir,
2- İnsan O'nun timsalidir,
3- a) Ruh ölümsüzdür, b) Muhakeme vardır.
4- îsrailoğullarmın müstakbele olan inanç faaliyeti (Mesih'i bekleme).
Yahudi dininde, daha doğrusu birinci de­recede kudsiyeti haiz olan Tevrat ve onun tamamlayıcısı olan ikinci iderecedeki Ne-viîm ve Ketuvîm metinlerinin hiçbir yerin­de -meselâ Kur'ânı Kerim'de olduğu gibi-nelerin iman esasları olduğu hususu kesin ve açık olarak belirtilmemiştir. Bu itibarla, Philo'nun yukarıda saydığımız ve doğrudan doğruya Yahudilikle alakalı olmadığını gördüğümüz formülünü de saymayacak olursak, Ortaçağlara kadar bu din esasları hulasa edilerek bir bütün olarak ortaya kon­mamıştır denilebilir.

Kutsal Kitapları ve Kaynaklan


Yahudi öğretilerinin tamamına "Tora" adı verilir, Tora kelimesi, arapça "Tevrat"ın karşılığı olmakla beraber, anlamı çok daha geniş tutulmuştur, daha doğrusu, hem Moşe (-Mûsa)'ye verilen kitabın hem de öğretile&shy;rin bütününün adı olmuştur. Tora, "Yazılı" ve "Şifahî" olmak üzere ikiye ayrılır. Birin&shy;cisi Sina Dağı'nda Allah tarafından Mo&shy;şe'ye verilen beş kitabı ve bunun eklerini, ikincisi de Moşe'ye atfedilen ve ondan inti&shy;kal ettiği kabul edilen sözleri ve Tora üze-rin<leki açıklamaları içine alır ki, birincisi&shy;nin tamamlayıcısı durumundadır. Şifahî Tora olmaksızın yazılı metin açıklanamadı-ğı gibi, birbirini tutmaz ve zıt görünen bir&shy;çok husus da izah edilemez.
Şifahî kısmen önemi üzerine çok söz söylenmiştir. Talmııd bu önemi şöyle açık&shy;lar. "Rabbi Yohannan'a göre Allahu Teâlâ, İsrail ile olan ahdini Şifahî Tora'da ifade et-miştir.'-Nitekim: "...ve Rab Musa'ya dedi. bu sözleri yaz, çünkü seninle ve İsrail'le bu sözlere göre ahdettim" den anlıyoruz ki, Şi&shy;fahî olarak verilenlerin kıymeti büyüktür.
"Yazılı Tora" deyimi önceleri yalnız Musa'ya vahyedilen ilk beş kitab için kulla&shy;nılırken, bu anlam genişlemiş ve bütün "Ahd-i Atîk"i içine almıştır, ibranice'de "Tanah" denilen ve "Tora", "Neviîm (=Nebîler) ve "Ketuvîm" (=Yazılar) keli&shy;melerinin ilk harflerinden meydana gelen Ahd-i Atîlc'in tamamlanması -takiben M. Ö. 1200-100 arası- bin yıldan fazla sürmüş&shy;tür.
Yahudi inancına göre, Musa Tevrat'ı or&shy;taya koymuş, sonra gelen nebiler de kendi&shy;lerine vahyolunanlan tebliğ etmişler, nasi&shy;hat ve vaazlarda bulunmuşlar ve bunlar ya&shy;zılmıştır. Bu nebilerin ödevi, yoldan çıkmış olan İsrailoğullannı yeniden yola sokmak, tahrife uğrayan Musa şeriaüni yenilemek&shy;tir. Fakat bu görüş tenkidlere uğramakta, "Hiçbir peygamberin eski dini yeniden kur&shy;duğunu ifade ettiği görülmemiştir" den&shy;mektedir.
Diğer taraftan, Avrupalı bazı araştırıcılar da, doğrudan doğruya temele hücum et&shy;mektedirler: "Musa'nın bir kanun yapıcısı (vazu) olduğundan şüphe edilemez, fakat Tevrat'ın bugünkü metninden bir tek unsu&shy;ru dahi ona irca etmek imkansızdır" demektedirler.

Tanah, Mişna ve Talmud


Bugün elde bulunan ve bütün Yahudi öğ&shy;retilerini teşkil eden Tanah (Tevrat ve Ahd-i Atık), Mişna, Yeruşalim Talmudu ve Babil Talmudu serisini anlayabilmek için maziye dönerek bunların tarihte veya daha doğru bir deyimle, an'ane ve rivayetle karı&shy;şık zamanlarda meydana gelişlerini görmek lazımdır.
Tevrat'ın Musa'ya Sına Dağı'nda vahyi ile başlayan Yahudilik'ten önce Israiloğul-lannın durumu hakkında yazılanlar da söy&shy;lenenler de an'anelcre dayanır, buna rağ&shy;men bu hususta teoriler ve hatta ekoller ku&shy;rulacak kadar derin çalışma ve tanışmalar yapılmıştır ve hâlâ da yapılmaktadır.
Musa'nın hangi yıllar arasında yaşadığı hususunda da kesin bilgiye sahip bulunma&shy;maktayız. Yazarlar tarafından ileri sürülen tarihlerden bazıları kesin gibi görünürse de gerçekte bu vasıflan uzaktırlar.
Musa beş kitaptan müteşekkil Tora (=Tevrat) yi ortaya koymuş, Mısır'dan Fira-vun'un esaretinden kurtardığı Israiloğulla-nnı bir "millet" haline getirmiş, fakat kendi&shy;si "Mev'ud Arza" giremeden Ölmüştür. Ye&shy;rine geçen Yoşua zamanında "Ken"an Memleketi" ele geçirilmiş ve Şilo'dan, Ge&shy;rizim dağında, dinî merasim ve takdimlerin yerine getirilmesi için bir Mezbah inşa edil&shy;miştir. Burası M. Ö. takriben 1100 yılında Piliştî'ler tarafından işgal edilmiş Musa'dan kalma emanetler (ki mahiyeti hâlâ bilinme&shy;mektedir) götürülmüş ve Mezbah da yakıl&shy;mıştır. Bu tahribe sebeb, Israiloğullannın dinden uzaklaşmaları, emirleri tutmamaları ve başka ilahlara kulluk etmelerinden dola&shy;yı ilahi cezayı haketmiş olmalarıdır.
Bundan sonra Şmuel (Samuel) nebi olarak halkı tekrar eski itikadına döndürme fa&shy;aliyetine girmiş ve bunda başarı da kazan&shy;mıştır. Memleketin hep düşmanlarla çevril&shy;miş olması ve her an bir tecavüze uğrama korkusu içinde bulunması yüzünden halk, komşu memleketlerdeki gibi kendilerinin de başına bîr kral geçmesini istiyorud. Sa-muel, krallığın fenalıklarını anlatmakla be&shy;raber urzuya uyarak M. ö. 1067 yılında Sa-ul'u ilk kral nasbetti.
Saul kral olarak pek tutulmadı, onun devrinde Davud parlamaya başladı, savaş&shy;larda kahramanlıklar gösterdi ve sonunda Saul'un ölümü üzerine kral oldu. 8u salta&shy;nat 1015 yılına kadar sürdü. Davud Yeruşa-lün'i merkez yaptı, fakat malzemesini ha&shy;zırladığı Mabed'i inşaya imkân bulamadı. Krallık en muhteşem devrine Şlomo (Sü&shy;leyman) ile ulaştı, M. ö. 1007 yılında Ma-bed inşa edildi. 977 yılında Süleyman'ın ölümü ile memleket ikiye ayrıldı, güneyde Yehuda ve kuzeyde İsrail Krallıkları kurul&shy;du. 719 yılında İsrail'in Asur ve 586 yılında da Yehuda'nuı Babil Krallıkları tarafından işgali ve Mabed'in tahribi ile bağımsızlıkla&shy;rı son buldu.
Yular süren Babil esaretinden İran İmpa&shy;ratorluğunun lütfü ile kurtulup tekrar Filis&shy;tin'e döndüler. Musa'dan Birinci Mabed'in tahribine kadarki devir, İsraillilerin milli edebiyatının "Altın Çağı", M. Ö. 586-538 arasındaki Babil Devri "Gümüş Çağı" sayı&shy;lır. Bundan sonra M. Ö. 332 yılında Büyük İskender'in istilasına kadar "İran Devri" de&shy;vam eder. îran İmparatorluğunun şahsî yar&shy;dımı ile M. Ö. 516 yılında Mabed'i yeniden inşa ederler ve bu yıllarda, kendileri daha sürgünde iken Yahudiliğin din olarak be&shy;nimsemiş bir cemaat, Şomronim ile ilk çatışma olur.
Tora (=Tevrat)'nın kanunlarına tam ria&shy;yeti sağlamak üzere belli başlı ailelerin temsilcilerinden ve başında Büyük Ko-hen'in bulunduğu "Yetmişler Meclisi"ni kurdular, bu meclis İsrail'in dağılışına ka&shy;dar devam etti. Bunlar "Kitap" in eski karak&shy;terli harflerini değiştirip zaman lanna uy&shy;durdular. Gençleri yetiştirmek için dinî okullar açtılar. Bu okuldaki Öğretmenlere Soferim (=Yazıcılar) denilirdi. Soferîm'in iki vazifesi vardı: Tevrat'ı açıklamak ve bu&shy;nun toplum yahut kişi tarafından uygulan&shy;masını sağlamak. Bunların bazı kaidelere bağlı olarak yaptıkları sistemli tefsirlere "Midraş" adı verilir. Bunlar, yani Soferîm, Tevrat'ın beş kitabından başka peygamber&shy;lerin sözlerini de Kitab'a ek olarak yazdılar ki isimlerini bu çalışmalaranında almışlar&shy;dır. Önce ilk Peygamberler (Yeşu, Hakim&shy;ler, Samuel ve Krallar) sonra üç kitap (Işa-ya, Yeremya, Ezekyel) ve sonra da oniki kü&shy;çük peygamber gelir (Hoşea, Amos, Yoel, Obadya, Yona, Mika, Nahum, Habakkuk, Zefaniye, Haggay, Zekeriyya ve Malaki). Bu arada, bazı müelliflere göre İsrailli ol&shy;mayan, yabancı asıllı bazı kitaplar da Isra-ilîleştirilerek kitaba eklendi.
Meydana gelen kolleksiyona "Kutsal Yazıt" denmekle beraber Tevrat'tan sonra gelenlerin kutsallığı ikinci derecededir.
Bir taraftan Tanah bu şekilde meydana getirilirken, bu Kitab'ın hükümleri üzerinde de çalışmalar oluyor, tartışmalar dolayısıy&shy;la hukuk ekolleri dahi meydana geliyordu. Üzerinde tartışılan ve aslında Tora'nın tefs&shy;iri mahiyetinde olan bu hususlar yazılma&shy;makla beraber nesilden nesile intikal edip geliyordu. Çok sonra (Milâdî ikinci yüzyıl&shy;da) Yehuda ha-Nasî tarafından toplanıp "Mişna" adı altında kitap haline getirilmiş-tir, dili îbranice'dir, altı büyük kısma ayrıl&shy;mıştır ki, hcrbirinc "Seder" tamamına "Şişa Sedarîm" (=Altı bölüm) adı verilmiştir.
Yehuda ha-Nasi mevcutların hepsini toplayamamıştı. Üzerinde tanışılan birçok husus dışarıda kalmıştı. Yine de toplananla&shy;rın içide -523 babdır- ihtilaflı olmayanların sayısı sadece altı tanedir. Sonradan, dışarı&shy;da kalanlar "Baraita" adı altında anılırlar, Mişna'dan ikibucuk yüzyıl kadar sonra "Tosefta" (=ilâve) adiyle bir araya getiril&shy;mişlerdir. Mişna'da bulunmayan birçok meseleler bunda bulunmaktadır. Bunlar arasında esaret, miras vs. gibi konular yer almaktadır. Hahamlar bir taraftan bunlar, diğer taraftan Mişna'nın tefsiri üzerinde ça&shy;lışarak "Talmud"u meydana getirmişlerdir. Talmud çalışmaları hem Babil'de esarette olanlar arasında, hem de Yeruşalim'de ka&shy;lanlar arasında devam ettirilmiş olduğu için "Bavelî" (=Babilî) ve "Yeruşalmi" olarak iki iane meydana gelmiştir. Bavelî'nin dili, "Doğu Aramicesi"dir. İkisi de Mişna'dan bir cümle alıp altında uzun uzun izah ve mü&shy;nakaşasını yaparlar. Talmud'a "Gmara"da denilir. Yeruşalmî, diğerine nazaran çok eksiktir, fakat daha önce yazılmıştır. Buna karşılık Babil'de bilhassa tran hakimiyetin&shy;den sonra daha rahat ve baskısız çalışma imkanını bulduklarından Bavelî Talmud'a daha çok önem verilir.
Genel olarak "Hahamım" (=Hakîmler) adı ile anılan bu yazarların, yukarıda zikret&shy;tiğimiz Soferîm'in arkasından, Mişna hoca&shy;larına "Tannaim", talmudculara da "Amo-raîm" (=açıklayanlar) denilmekte ve çağlan da bu isimle anılmaktadır.
Miladî onbirinci yüzyılın başında, "Ge-onîm" (=Gaon'un çoğulu, fetva veren din adamları) çağının başına kadar, her iki Talmud da yazılmadan intikal edegelmiştir. Her ikisi de Yehuda ha-Nasî'nin Mişna metnine dayanmakla beraber aralarında bü&shy;yük farklar, daha önemlisi Mişna metinleri arasında da tutarsızlıklar vardır. Bundan dolayı her iki taraf birbirinden farklı sonuç&shy;lara varmışlardır. Farkların asıl sebebi ya&shy;zılmış oldukları çevreden ileri gelmektedir. Babil ve tran ile temasın meydana getirdiği ve Yahudilik için tamamen yabancı olan unsurlar önce folklora, sonra Talmud yo&shy;luyla dine girmiştir.
Talmud'un kitap halinde basılışı çok sonra 1522-3 yıllarında Venediktedir. Orta&shy;çağlardan zamanımıza kadar birçok Yahudi yazarlar aradaki tezat ve ihtilaftan -ki bun&shy;ların çoğu hukuk sahasını da aşarak teolojik hüviyete bürünmüşlerdir- telif ve izah için gayret sarfedegelmişlerdir.

Apokrif Kitaplar


Tanah, Mişna, Talmud serisi dişindi Apokrifa (Apocrypha) adı altında tanınan (ibranicesi Hasıfarîm Hahitsoniyyîm) bir kısım kitaplar daha vardır ki, bunlar aslında ibranice olarak Tanah'ta iken Yunanca'ya tercüme edilmiş, sonradan Tanah'm ibrani&shy;ce nüshasında bulunmadıktan görülmüş&shy;tür. Bir kısım yahudiler tarafından hiç kabul edilmez ve okunması dahi yasak sayılır, Hı&shy;ristiyanların kendi dinlerinin meşruiyetini ispat için ortaya attıkları kabul edilir, bir kısmının okunmasına ise müsaade edilmiş&shy;tir, bunlara "Ahd-Atik Apokrifası" denilir, tamamı dokuz kitaptır.

On emir


Yahudi dini Tann ve peygamberlerle on-lann ahfadı arasında bir akit şeklinde beli&shy;rir: Tann, peygamberleri ve ahfadını onun kültünü kavimler arasında yaymalan için
seçmiştir ve bu ittifakın sonucu îsrailoğul-lan Tanrı'ya ve töresine sadık olma yüküm&shy;lülüğüne girmişlerdir. Yahudî dini fiile, Tann'nın iradesini yerine getirmeye yönel&shy;miştir. Tanrı'nın en önemli buyrukları On Emir'dc ortaya koymuştur.
1. Seni Mısır ülkesinde, köleler evinden çıkaran Tanrı'n benim;
2. Benden başka Tanrı'n olmayacaktır. Kendine put yapmayacaksın;
3. Yalanına inandırmak için Tanrı adını kullanmayacaksın;
4. Şabat gününü kutlamayı unutmaya&shy;caksın;
5. Anana ve babana saygı gösterecek&shy;sin;
6. Adam öldürmeyeceksin;
7. Zina yapmayacaksın;
8. Çalmayacaksın;
9. Komşuna karşı yalancı şahitlik etme&shy;yeceksin;
10. Komşunun malına tamah etmeye&shy;ceksin.
Tora sadece bîr dinî ve ahlakî öğütler ki&shy;tabı değildir, yeni kurulan ve Mısır hakimi&shy;yetinden kurtulduktan sonra tüm siyasî, hu&shy;kukî, sosyal kurumların teşkilatlandırmak zorunda bulunan bir kavme verilen bir ya&shy;sadır.

Yahudilik Kurumları


Kutsal Kİtab'ın resmi olarak bugünkü hüviyetine kavuştuğu M.Ö. 150 ile Miş-na'nın derlendiği M.S. 200 tarihi Yahudi-lik'te Önemli bir safhayı temsil eder. Bu ta&shy;rihten itibaren kurumları olan Rabbinilik Yahudilikken bahsedebilir. İbran ic ilik ten Yahudiliğe geçişte en önemli rolü tannaim denilen rabbiler oynamıştır. Yine Miladi
dönemler Yahudi mzheplerinin resmi ola&shy;rak kurulmasına tanık olur:
a) Sadukilcr: (Sadukim) Yaklaşık M.Ö. II. yy. ortaya çıkan bu mezhep Kral David ve Süleyman zamanında yönetimde kalan Saduk'un soyuna mensup kohen (kahin)'le-rc izafeten bu adla anıldığı ileri sürülür. Gerçekte dini olma yanında siyasî bir kimli&shy;ğe de sahip olan Sadukîler, sözlü geleneğin (Talmut) varlığını kabul etmeyip sadece Tevrat'ı temel alırlar ve onun da zahiri an&shy;lamıyla yetinirler. Ölüm sonrası dirilmeyi, ahiret hayatını, cenneti ve cehennemi, me&shy;lek ve şeytanı kabul etmezler. Romalı yöne&shy;ticiler ile işbirliği yapan Sadukiler bir rahip aristokrasini oluşturmuşlardır.
b) Fcrisiler (Penisim): "ayrılan", "Uzak&shy;laşan" anlamına gelen Ferisi nitelemesin&shy;den hoşnut olmayan Yahudiler, bunun yeri&shy;ne "bilimler", "din kardeşleri" şeklinde ken&shy;dilerini tanımlamak isterler. Sadukîlerin aksine Tevrat'ın yorumu olan sözlü gelene&shy;ğe önem verdikleri gibi. Sina'da hem yazılı hem de sözlü Şeriat (Tora) gönderildiğini kabul ederler. Talmut'u ortaya çıkaranların da Fcrisiler olduğu ileri sürülür. Cennet, ce&shy;hennem, meleklerin varlığına ve Tevrat'ın ezelden beri var olduğuna inanırlar. Onun için Ferisilcr resmi rabbiler de denilmiştir.
c) Esseniler: (isiyim) Alçakgönüllü, din&shy;dar, sessiz anlamlarına gelen esseni, Ölü Deniz'in batı kısmında yaşayan, yalnızlık hayatına önem veren, mabedlerde topluca yaşamayı ve bekarlığı tercih eden, ticaret yapmayan ve servet edinmeyi arzulama&shy;yan, hayvan eti yemeyen, temizliğe önem veren bu mezhep M.Ö. II. yy. oriaya çıkmış, ancak 66-70'lcki Yahudi savaşında ortadan silinmişlerdir.
Hristiyanlıktan önceki dönemde ortaya
çıkan bu Yahudi mezhepleri yanında, özel&shy;likle de İslamiyet'in doğuşundan sonra şu mezhepler de ortaya çıkmıştır.
d) Iseviyye: Mezhep adını, kurucusu Ebu İsa İshâk b. Ya'kub el-îsfehânî'den al&shy;mış, Yahudilerin büyük çoğunluğunun ka&shy;tılımını sağlamıştır. Ebu ise beklenen Me&shy;sih'in kendisi olduğunu ve Tanrı'nın görev&shy;lendirdiğini ileri sürerek, Yahudilik'teki gündelik üç ibadeti yediye çıkartmış, Ku&shy;düs'ten ayn olunduğu sürece et yenilmesi ve şarap içilmesini yasaklamıştır.
e) Yudaniyye ve Sazkaniyye: Iscviye'nin kurucusu Ebu İsa'nın ölümünden sonra Yudgân yerine geçince, İsemiyenin bir kı&shy;sım ilkelerini korumakla birlikte, cennet, cehennem konusundaki esasları yoruma ta&shy;bi tutmuş, insanın mutlak özgürlüğünü sa&shy;vunmuş, bir İsrail peygamberi kimliğinde görünmek istemişti. Ayrıca zahitlik hayatı&shy;nı, emretmiş, et ve içkiyi yasaklamış, fiilin kula ait olduğunu savunmuştur.
f) Kariler (Karaim): XIII. yy. Irak'ta ya&shy;şamış olan Ananben David'in kurduğu bu mezhep Ananiye olarak anılmışsa da, Ta-nah'ı çok okumaları nedeniyle Karaim adı yaygınlık kazanmıştır. Talmud'u kabul et&shy;mezler, Tevrat'a göre hareket ederler.
Bugün için Yahudilik belli başlı İki bö&shy;lüm içinde özetlenebilir. 1- Ortodoks Yahu&shy;diler ki, Mabed'in yıkılışından günümüze kadar gelen resmi Yahudi inanç ve gelece&shy;ğini temsil eden Yahudiliktir. İsrailde ege&shy;men durumda olanlar da bunlardır. Her ülke Yahudilerin başında "büyük Rabbin" ola&shy;rak bilinen ruhani bir reis (baş haham) var&shy;dır.

2- İlerici Yahudiler:


Bunlar kerah içinde reformcular ve liberaller şeklinde ayrılmaktadırlar. Genel olarak ileri yahudiler günlük hayatın gereklerine göre dini tören&shy;lerde genişlik ve gevşeklik gösterilmesini benimserler. Bu çerçevede reformcular Talmud ve On emir ya da Musa kanunları konusunda yorumlar yapılmasını, hoşgörü gösterilmesini savunurlar. Reformcular si&shy;nagoglarda uygulanan tören ve ibardeüerin büyük çoğunluğunun korunmasına taraftar olurlarken, liberaller eski tören gelenekler&shy;den uzaklaşılmasını isterler. Öte yandan Si&shy;yonist hareket liberalizmi, hatta sosyalizmi ve ateizmi benimser. Refomcu hareketi başlatan filozof Moses Mendelshan (1727-1786) dur. Mendelshan, beş kitabtan oluşan Tora ve Mezmurları İbranî harfleriyle Al-manca'ya çevirdi. Amacı Yahudilik ile çağ&shy;daş gelişmeyi birleştirmekti. Fakat sonra&shy;dan bu anlayışı benimseyenler dinin uygu&shy;lanmasıyla çağdaş kültürün çatıştığını gö&shy;rerek bir kısmı Hrisüyanhğı seçti, bir kısmı da gelenekleri değiştirdiler ki Reformcu Yahudilik buradan kaynaklandı.
Bunlara ek olarak XIX. yy. ortalarında Alman Yahudileri arasında ortaya çıkan Muhafazakâr Yahudilik'i zikretmek gere&shy;kir. Temsilcileri îsacc Bermays (1791-1849) ile Zacharia Franklen (1801-1871) dir. Bunlar daha sonra Amerika'da da örgüt&shy;lenmeye başlamışlardır. Geleneklere bağlı kalmayı kabul eder, laikleşmeye karşı tavır alırlar.
M.S. III. yy .'a kadar Yahudilik içerisinde ortaya çıkan diğer önemli olaylar da, Mişna denilen altı kitaplık ve emirlik bir külliyat ile MS. 6 yy'da tamamlanacak olan Tal-mud'un şifahi olarak meydana çıkmış olma&shy;sıdır. Her iki külliyat da Yahudi pratikleri, kuralları ile İlgili konularda meydana gel&shy;miştir.
VIII, yy.'da İran'da çıkan Karai mezhe-bince otorite yalnızca Kutsal Kitab'ın -ken&shy;disi olmalıydı. Daha önce Samiriyelilerin Tevrat'a yükledikleri bu yetkiye Karailerin Eski Ahid'e yüklemeleri ile Yahudi düşün&shy;cesi XII. yy.'dan sonra ortaya çıkan felsefi tartışmaların odak noktasına ulaşmıştır.
XIII. yy. Yahudi mistisizmin net olarak ortaya çıktığı tarihtir. Judah'ın (ÖJ. 1217) yazdığı Sefer Yetsirah (Yaratılış Kitabı) İlk mistik örneklerdendir. XVII. yy'da ortaya çıkacak mistik ve hurufi kabala akımının te&shy;melini teşkil eden Zohar adlı eserde (sefer ha-Zohar) bu dönemlerde yazılır.
XVI. yy'da Filistin'de başını Joseph Ca-ro, Cordevoro ve Lima'nın çektiği bir mis&shy;tik akım ortaya çıkar. 1760'da ölen Israel ben Eliazer'in kurduğu mistik Hasidizm ha&shy;reketi de bütün Avrupa'yı etkilemiştir.
Bu mistik akımlarla birlikte MÖ. I. yy'dan beri Yahudiliğin temel öğretilerin&shy;den biri olan Mesih'lik inancı daha da peki-miş ve gelişmiştir.

Bayramlar ve Perhizler


Yahudiliğin kutsal günleri şabat (cumar&shy;tesi) günü. Haç bayramları, Paskalya (Pe-sah), Pentekoste (Şabut) ve Çardaklar (Şukot) günleridir. Bunların her biri bir ta&shy;rihî hatırayı canlandırır. (Paskalya Mı&shy;sır'dan çıkışı; Pentekoste, On Emir'in Sina dağından İlânını; Çardaklar, Mısır'dan çı&shy;kıştan sonra çölde kırk yıllık bekleyiş); cid&shy;diyetin ağır bastığı bayram günleri ise Roh Hahana (yılbaşı) ve Büyük Kefaret günü Yom Kippur'Ğur. Yom Kippur yortusu bü&shy;tünüyle duaya ve perhize adanmıştır. Şabat ve bayram günleri çalışmak yasaktır.
Yahudi takviminde aynca iki küçük bay&shy;ram da vardır; Nazar bayramı (Purim),
İran Yahudilerinin kraliçe Esther sayesinde mucize kabilinden kurtulmalarını anlatır (M.Ö. IV. yy.); Açılış bayramı (Hanuka), Yuda Makkabi'nin M.Ö. 165-164'te Anti-okhos Epihanoes'in naibi Lysias'ı yengiliye uğratmasından sonra Kudüs tapınağının ye&shy;niden ibadete açılışım anlatır. Bu bayrama "Işıklar bayramı" da denir. Yahudi dininde yahudi tarihinin trajik olaylarını belirtmek üzere konmuş perhiz günleri de vardır. Bu perhizlerin en Önemlileri Kudüs tapınağı&shy;nın birinci ve ikinci yıkılışı için konanlardır (Tişa be Ab.)

İbadet


Yahudi litürjisi iş günleri için üç dua ön&shy;görmüştür; sabah (şaharit), ikindi (minha) ve akşam (arbit) duaları. Cumartesi günle&shy;ri, bayram günleri ve dinî ayın başladığı günler şaharit'ten hemen sonra musaf duası okunur. Ayrıca Kefaret günü minha'dan sonra neila duası yer alır.
Her açık dua merasimi sonunda Alenu ve Kadis duaları okunur. Alenu İsrail'in ümidini ilan eden duadır. Bu duada Zekeri-ya'nm bütün insanlığın tek tanrıya dönece&shy;ğini müjdeleyen şu ayet yer alır "O gün Rab tek olacak ve Adı tek olacak"; öte yandan kadis'le, Tann'dan bir an önce yeryüzünde hakimiyetini kurması istenir.
Geleneksel Yahudiler temel doktrine sı&shy;kı sıkıya bağlı iken 19. yy.'dan itibaren orla-ya çıkan Revizyoncu hareketler gelenekler&shy;den uzaklaşmıştır. Özellikle Alman Yahu&shy;diler bu konuda önderlik etmişlerdir,
1897'deki ilk sîyonist kongreden sonra Yahudi doktrini ideolojik bir boyuta dökül&shy;müş revizyoncu fikirlerle birlikte seküler bir hale getirilmişti Yahudilik, kendi kaynaklarına bakıldığında bile yanlış, çelişik, tarihi bakımdan tesbiti mümkün olmayan olaylara, görüşle&shy;re, yorum ve kişisel anlayışlara dayanmak&shy;ladır. Kutsal metinleri olan Tevrat'ın ne za&shy;man derlendiği, kimlerin kendi düşünceleri doğrultusunda eklemeler yaptığı kolayca tesbit edilemiyecek oranda tahrife uğratıl&shy;mıştır. Bu bakımdan Kur'an-ı Kerim'in ve İslam kaynaklarının verdikleri bilgiler kar&shy;şısında Yahudi kaynaklarının sıhhat dere&shy;cesi iyice kuşkulu hale gelmektedir. Hz. îb-rahim ile başlayıp Hz. Musa'ya, hatta Hz. İsa'ya kadar gelen vahiy esaslarının tesbi-tinde Yahudi kaynakları temel ahnamıya-cak durumdadırlar. Hz. İbrahim ve Hz. İsa arasında görevlendirilen peygamberler ve tebliğ ettikleri dini esaslar, her ne kadar îs-railoğullarını amaçlamışsa da, Yahudilerin bu peygamberler ve bildirdikleri esasları milli bir çerçeveye sokma teşebbüsleri, Al&shy;lah'ın vahyettiği esaslara mutlaka aykırı ha&shy;le getirilmiştir. Gerçekten Yahudiliğin ve Yahudilerin tarihin akışı içinde günümüze kadar geçirdiği evreler, Allah'ın hakikatin&shy;den nasıl sapıldığını çarpıcı bir şekilde orta&shy;ya koymaktadır. Kuran-ı Kerim'de Yahudi&shy;lerin veya îsrailoğlullannın "lanetlenmiş" bir kavim, bir millet olarak nitelendirilme&shy;si, tarihin çeşitli dönemlerinde de açıkça görülmüştür. Günümüzde kırk yılı aşkın Yahudilerin İsrail Devleti'ni bir terör örgü&shy;tü boyutunda yönetmeleri, "lanetlen&shy;miş "İlklerinin de açık göstergesi, sayılmalı&shy;dır.
(SBA)
 
YAHUDİLİK (MÛSEVÎLIK)

Yaşayan ilâhî kaynaklı dinlerden, mensûbu en az olan bir din. Günümüzde yeryüzünde yaklaşık 15-24 milyon dolayında Yahûdî vardır. Yahûdili'ğin, dinler tarihinde özel bir yeri bulunmakta ve bu din, en eski ilâhi kaynaklı din olarak nitelendirilmektedir. Mâzisi birkaç bin yıl geriye giden bu dinin başta gelen özelliklerinden biri İsrail oğulları ile Tanrı arasındaki "ahd'e kutsal kitaplarında geniş yer ayrılmasıdır. Bu nedenle bu din, bir "ahid dini" olarak da bilinmektedir. İsrail oğullarının başına gelen bütün sıkıntıların, onların bu ahde uymamaları, verdikleri sözü tutmamalarından ileri geldiği, hem kendi mukaddes kitaplarında, hem de Kur'an-ı Kerîm'de belirtilmektedir.

Bu din, Bâbil Sürgünü'nden sonra millî bir din haline getirilmiştir. Ancak bu din, tek Tanrı'ya, vahye dayanan mukaddes kitâba ve peygamberlere yer vermesiyle millî dinlerden; millileştirilip bir ırka tahsis edilmesiyle de, ilâhî dinlerden farklı bir durum arz etmektedir. Aslında bugünkü Yahudiliğin bir din mi, ırk mı, yoksa millet mi olduğu, pek net değildir. Tartışmaya girmeden onun kendine has özellikleri ve nitelikleri bulunan bir din olduğu, benzerinin bulunmadığı ve bu yüzden de tanımının zor olduğu söylenebilir. Çünkü Yahûdilikte din ve ırk içiçe girmiş olduğundan birini dinlerinden ayırmak güçtür. Onun en güzel tanımını, mukaddes kitaplarında yer alan "Balam" hikâyesindeki şu cümle yapmaktadır: "İşte ayrıca oturan bir kavimdir ve milletler arasında sayılmayacaktır"(Sayılar, 23/9).

Yahudiler, mukaddes kitaplarında yer alan ifadelere dayanarak kendilerini, dünya milletleri arasından seçilmiş kavim olarak görürler. Tanrı, bu kavmi Sina'da kendine muhatâp kılmış, onlarla ahidleşmiş, onlardan buyruklarına uyacakları konusunda söz almış ve Hz. Mûsa'nın şahsında onlara Tevrât'ı göndermiştir. Bu dinin odak noktası, Kudüs'deki "Mâbed"dir. Tahribinden önce bu Mâbed'in bir odasında "Ahid Sandığı" bulunmaktaydı. Yahûdiliğin sembolü, "Yedi kollu şamdan" ve "altı köşeli yıldız" (Hz. Dâvûd'un yıldızı)dır.

Yahudiliğin Tarihi Seyri

M. Ö. İkinci bin yılın başlarında Yahudilik Hz. İbrahim'in oğlu İshak'la sahneye çıkmıştır. İshak'tan sonra Yakub (a.s) yerine geçti (İbn Haldun, Tarih,2/40). Yakub'un diğer adı "İsrail" idi. Dolayısıyla Yakub'un oğullarının adıyla anılan on iki kabile de İsrail oğullarını oluşturdu. Bundan sonra Yusuf (a.s)'un daveti (Taberî, Tarih,1/185) üzerine Yakub ve oğulları Mısır'a göç ettiler (İbn Esir, Kâmil, 1/155).

Yahudilik, sözün tam manasıyla İsrail oğullarının Babil'de geçirdikleri sürgünden sonra inkişaf etmiştir. Oradan Filistin'e döndükten sonra (M.d. 538) İlahi şeriatı bildiren Tevrat, daha fazla bütün hayatın merkezi sanılmıştır. Yahudilere mahsus hükümleri havi Tevrat'a göre, Yahudiler yabancılarla evlenemezler. Bu durumda kendilerini ileride üstün ırk saymalarına kadar vahim sonuçlara ulaşmıştır (A. Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, 110).

M. Ö. İki binlere değin İsrail oğulları Mısır'da üçüncü sınıf insan muamelesi gördüler, orada tutsak kaldılar. Ta ki kavmin içinden (İsrailoğullarından) Musa'nın, onları Firavun'un zulmüne karşı Hak'la gelip kurtulmalarına kadar. İsrailoğulları Ken'an iline ulaşarak kurtuldular. Musa, Şeriatıyla İsrailoğullarına iki özellik kazandırdı. Biri, Allah'ın kanunlarına itaat etmek, diğeri ise isyana, başkaldırmaya yönelten bir tabiat hali.

Ken'an ülkesinde başta Filistinliler olmak üzere çeşitli topluluklarla savaşmak zorunda kalan Yahudiler, İ.Ö 990 dolayında Hz. Davud'un peygamberlik ve liderliğiyle bileşik bir devlet (krallık) şeklinde örgütlenerek Kudüs'ü ele geçirdiler.

Hz. Davut'a (a.s) gönderilen Zebur adlı semavi kitap, Tevrat'ın hükümlerini tasdikleyici olarak geldi. Bu yüzden Yahudilik İsa'ya kadar sürecektir.

İ. Ö. Dokuzuncu yüzyıldan beşinci yüzyıla kadar Aramiler, Asurlular ve Babillilerle çeşitli savaşlar sürmüştür. Babilin Yahuda Krallığını ele geçirmesi ile İsrail oğulları yeni bir sürgün dönemine giriyordu.

Yahudilik kendi tarihinde Büyük İskender'in İ.Ö. 322'de Filistin'i ele geçirmesi ile İ.Ö. 4-2 y.y'lar Helenistik bir dönemin başlangıcı olmuştur. Helenistik dönemde Suriye, Anadolu, Babil ve İskenderiye'de Yahudilik önemli merkezler elde etmişti. Bu dönemde Yahudiliğin kutsal metinleri Yunanca'ya tercüme edildi. Mısır'da zengin tarih, şiir, felsefe birikimi Yunan bilgisiyle oluştu.

Bu dönem için biraz farklı bilgi şöyledir: Aşağı yukarı M.Ö. Üç yüz senesinden M.Ö. yüz beş senesine kadar Yâhudi dini büyük bir devir yaşamıştı. Selevkyalı hükümdarların, Yahudileri Helenistik fikir ve siyaset sistemlerine mecbur bırakmalarına karşı 175-143 seneleri arasında Makkabe'lerin isyanları sayesinde Yahudiler evvela dinî, sonra da siyasî hürriyet elde etmişlerdir. Selevkyalıların devrini müteakip Romalı hakimiyet devrinde tekrar Filistinli vatanperestlerin birçok isyan hareketleri meydana gelmiştir.

O zaman da, Eski Ahid çeşitli kaynaklardan gelen, çeşitli yazar tertip edicilerin izlerini gösteren rivâyet, hikayet, tarihi ve şairane kısımlarının bir kül haline getirilmesinden sonra şimdiki şeklini almağa başlamıştır (A. Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, III).

"Yahudiliğin Helenistik dönem"i İ.Ö. 63-İ.S.135 arasında süren Roma egemenliğine kadar devam etti.

Roma egemenliği sırasında bağımsız devlet fikri yoğunlaştı. Hristiyanlığın ortaya çıkmasıyla birlikte o yıllar Yahudilik en önemli mezhep çatışmaları yaşadı.

Birbirini takip eden başarısız ayaklanmalar Yahudilikte büyük yıkıma yol açtı. Bunun ardından (doğal olarak) Yahudilik kendi içine dönmeye başladı. Bu dönem, "Talmud'un geliştirilmesi" adıyla II. yüzyıldan XVIII. yüzyıla değin sürdü. Filistin ve Babil'deki amoralar Filistin ve Babil talmudlarını vücuda getirdiler. Bunlardan Babil Talmudu Yahudi yaşamının o zamanlardaki temelini oluşturdu. Akdenizdeki Yahudi topluluğu V. yüzyılda parçalandıysa da Yahudi takviminin korunması ve hahamların çabalarıyla Avrupa'da Yahudi topluluğu tutunabildi. Diğer yandan Filistin'den Babil'e geçen hahamlık kurumu Yahudiliğin Şeriat sistemini bu yeni ülkenin şartlarına başarıyla uyguladı. VII. ve VIII. yüzyılda İslâm'ın genişlemesiyle birlikte "goon" adıyla anılan Babilli Yahudi önderler kendi geleneklerini bütün yahudi toplumlarına ulaştırdılar.

Ortaçağda Yahudilik, kültürel köklerini Babil'e dayandıran Sefardi Yahudileri (ki bunlar Endülüs-İspanya'da idiler. Bunlar Müslüman-Arap kültüründen etkilenmişlerdir) ve Aşkenazi yahudileri (ki bunlar da Avrupa'nın latin-hristiyan kültüründen etkilenmiş Fransız-Alman Yahudileridir) türünde biçimlenmişlerdir. Yine XII. yüzyılda Alman Aşkenazileri arasında Hasidilik, XIII. yüzyılda Provence ve Kuzey İspanya'daki Talmud akademilerinde ortaya tefekküre dayalı olarak çıkan bir Kabala türü de Yahudi mistisizminin en tipik örneklerini oluştururlar. Bütün bu sayılan kültürlerin arasında çeşitli çatışmalar ortaya çıktı. Gerek bu çatışmalar, gerek hristiyan yöneticilerin baskıları ve gerekse 1306 yılında Fransa'dan Yahudilerin sürülmesi Yahudi kültürünü çözümsüz ve bağlılarının açıktan dinî bağlılığı söyleyememesi dolayısıyla dinin bağlılar açısından kendi içinde kalmasına sebep olmuş, bu durum XVIII. yüzyıla kadar sürmüştür.

XVIII. yüzyıldan sonraki en önemli hareket Haskala adıyla bilinen Yahudi aydınlanması olarak gerçekleşti. Bu dönemde Haskala özellikle Rusya'da ruhbanlık karşıtı bir harekete dönüştü, toplumsal ve ekonomik reform talepleriyle birlikte gelişerek yayılma ortamı buldu. Batı Avrupa'da 1800-1815'te Napolyon döneminde başlayan "Yahudi Reformu Hareketi" de Haskala'ın ürünü sayılır. Reformcu yahudilik Almanya'da 1840'larda kurumlaşırken Avrupa'nın büyük bölümünde başarısız kaldı. Ancak ABD'de yaygınlaştı.

Yine bu yıllarda "fanatik yahudilik" (1845) Almanya'sında görüldü. Fanatik Yahudilikte de günümüze değin sürecek gelenekçilik hakimdi.

XIX.y.y'larda dindışı özellikleriyle "siyonizm hareketi" reform hareketlerinin sonuçlarından birisi olması açısından önemlidir. Siyonist hareket ulusal canlanma ve ana yurda dönme yönünde geliştirdiği plan ve programla 1948'de İsrail Devleti'nin kurulmasını sağlayacak kadar Yahudilik açısından başanlıydı.

II. Dünya savaşı sıralarında Nazi Almanya'sının giriştiği Yahudi soykırımından bu yana Yahudilerin yerleşim açısından temel olarak Avrupa'nın dışında İsrail, SSCB ve ABD'de toplandıkları dikkat çeker.

Günümüzdeki Yahudi İsrail Devleti resmen "gelenekçi yahudiliği" benimsemiştir.

Bu genel bilgiden sonra, bu kavmin dünya literatüründe "Yahûdî, İbrânî, İsrail oğulları" gibi terimlerle adlandırılmasının kısaca açıklanması yapılacaktır. Çünkü konunun iyi anlaşılabilmesi bu terimlerin bilinmesine bağlıdır:

Yahudî: Hz. İshâk'ın oğlu Hz. Yâkûb'un on iki oğlu vardı; dördüncü oğlunun adı "Yuda" veya "Yahuda" idi. Bu nedenle onun adına dayanarak İsrailoğullarına, "Yahudî" denmiştir. Filistin'in göneyinde kurulan Yuda veya Yahuda Krallığı da, ayrıca bu adın kaynağı olarak ileri sürülmektedir. Çünkü (Ürdün'ün batısı, Samiriye'nin güneyindeki bölge, yuda veya Yahuda adına nisbet ediliyordu. Esaretten sonra genel olarak halk "İsrailliler" diye adlandırılırken, şahıslar birbirine "Yahudi" diyorlardı.

Böylece onların torunları da günümüze kadar bu adla anıldılar.

İbrânî: Bu kelime, "İbrî" veya "Hibrî" kelimelerinden gelmektedir. Bu kelimeler, M.Ö. XV-XIV. yüzyıllarda Filistin'de görülen göçebe bir kabîlenin adıdır; "öte tarafın insanları" anlamında, Fırat ve Ürdün nehirlerinin öbür kıyısından gelmiş olan göçmenleri ifade eder. Yahûdîlere bu ad, Ken'an ülkesinin yerlileri tarafından verilmiştir. Bu konuda Yahûdî mukaddes kitabında bilgi verilmektedir (Tekvîn, XI/27-28; Tesniye, XXVI/5-6).

İsrâîl: Bu kelime, Tanrı ve insanlarla güreşip yenen anlamında Hz. Yâkûb'a, Tanrı tarafından verilmiş bir lâkabdır. Bu husus, Tevrât'ta yer almaktadır (Tekvîn, XXXII/28; XXXV/9-15; Hoşea, XII/4-5). Yahûdi Ansiklopedisinde kelimenin asıl anlamının belirsiz olduğu, Tevrat'ta "Tanrı ile güreşen" şeklinde yer almasına rağmen, "Tanrı ile mücâdele eden" anlamına gelebileceği belirtilmektedir. (The Universal Jevish Encyc, V/613). Taberî ise, Hz. Yâkub'a gece içinde Allah'a giden anlamında "İsrâil" dendiğini yazmaktadır (Taberî, Thiru't-Taberî, I/320). Ayrıca on iki Yahudî kabîlesi de "İsrail" adıyla anılmaktadır (Çıkış Hurûc, III/16). Ancak, bu adın, Hz. Süleymân'dan sonra ikiye ayrılan ülkenin kuzeyinde kalan bölümünü teşkil eden kabîlelerin krallığını nitelendirmek üzere kullanıldığını belirtmek gerekir. Bununla birlikte Bâbil Sürgününden sonra Yahûda (Yuda)'ya geri dönen İbrânîler, Yahûda kabilesine mensup olmalarına rağmen, genel olarak "İsrailliler" adını aldılar.

Yahûdî inancına göre bu ad Yâkûb'a, Tanrı tarafından verilmiştir. Bu nedenle Yahûdîlik milli bir din, Yahova da millî bir tanrı olarak kabul edilmiştir. Onlara göre İsrail oğulları seçkin bir kavimdir. Sonraları bu ad genelde, bütün Yahudileri kapsayacak bir biçimde kullanılmıştır. Bugünkü Yahudi Cumhuriyeti de bu adı kullanmaktadır.

Bu kavim, Ken'an diyarına (Filistin) yerleşmeden önce "İbrânî", orada "İsrailliler", Sürgün'den sonra da genelde "İsrailoğulları", ferden "Yahudi" şeklinde adlandırmıştır. Ancak bu üç terim, birbirinin yerine kullanılmış ve halen kullanılmaktadır; yani, üçüyle de aynı din mensuptan ve aynı topluluk ifade edilmektedir (G. Tûmer-A.Küçük, Dinler Tarihi, 110-111; Dinler Tarihi Ansiklopedisi, II 361 vd).

Tevrât'a Göre Yahûdîliğin Tarihçesi

Yahûdîliğin tarihçesi, onların kutsal tarihini oluşturan mukaddes kitaplarına dayanır. Mukaddes kitap, âlem'in ve ilk insanın yaratılışından, peygamber Malaki'ye kadar geçen olayları içinde bulundurur.

Samî ırkından sayılan İbrânîler, kildânilerin Ur şehrinden çıkıp Harran'a gelirler (Tekvîn, XI/27-30). Yahve (Tanrı), Abram'a (Hz. İbrahîm) Harran bölgesinden, Ken'an diyarına göçmesini buyurur. O da karısı Saray'ı, kardeşinin oğlu Lut'u (Hz. Lût) ve Harran'da kazandıklarını da yanına alarak Ken'an diyarına varırlar. O zamanlar orada Ken'ânîler bulunmaktaydı. Tanrı, Abram'a görünüp o ülkeyi, onun nesline vereceğini bildirir. Abram da, kendine görünen Rab için bir mezbah (kurban kesme yeri) yapar. Memlekette kıtlık çıkınca Abram, Mısır'a gider. Mısır'a yaklaştıklarında Abram, karısı Saray şöyle der: "İşte biliyorum ki, sen görünüşü güzel bir kadınsın; ve olur ki Mısırlılar seni görünce: Bu, onun karısıdır derler ve beni öldürürler, fakat seni sağ bırakırlar. Senin yüzünden bana iyi davranılsın, senin sebebinle canım yaşasın diye: Onun kız kardeşiyim' de. Ve vâkî oldu ki, Abram Mısır'a girdiği zaman, Mısırlılar kadının çok güzel olduğunu gördüler ve Firavun'un emîrleri onu gördüler ve onu Firavun'a medhettiler; kadın, Firavun'un sarayına alındı. Ve onun yüzünden Abram'a iyi davrandı; ve onun koyunları, sığırları oldu. Ve Rab, Abram'ın karısı Sara'dan dolayı, Firavun'u ve onun sarayını büyük vuruşlarla vurdu. Ve Firavun, Abram'ı çağırıp dedi: Bana bu yaptığın nedir? Bu senin karın olduğunu niçin bana bildirmedin? Niçin, Bu benim kız kardeşimdir' dedin, ben de onu karı olarak aldım ve şimdi, işte karın, al ve git! Ve onların hakkında Firavun adamlara emretti; ve onu ve karısını ve kendisine ait olan her şeyi gönderdiler" (Tekvîn, XII/1-20).

Abram ve beraberindekiler, Mısır'dan böylece ayrıldılar. Çok zengindirler. Çobanları arasındaki bir tartışmadan sonra Abram'la Lut, birbirinden ayrılırlar. Lut, doğuya doğru gider. Abram ise, Ken'an diyarında oturur. Abram, bulunduğu bölgede hakimiyetini kabul ettirir ve bu arada esir edilen kardeşi (daha önce kardeşinin oğlu olarak belirtilir. Bkz. Tekvîn, XII/5. Karş. Tekvîn, XIV/14-16) Lut'u kurtarıp yanına alır (Tekvîn, XIII-XIV. Bâb.).

Bu olaylardan sonra Rab, rüyâsında Abram'a görünür, ona yardım edeceğini bildirir. Abram, O'ndan zürriyet ister. Tanrı da vereceğini vâdeder. Karısı Saray'ın teklifi üzerine câriyesi Hacer ile evlenir ve ondan İsmail doğar. Bu sırada Abram, seksen altı yaşındadır (Tekvîn, XI-XIV. Bâb). Doksan dokuz yaşına geldiğinde Tanrı ona görünür ve onun zürriyetini çoğaltacağını bildirir. Bunun üzerine Abram, yüzüstü düşer ve Allah, onunla şöyle konuşur: "Ben ise, işte, ahdim seninledir ve birçok milletlerin babası olacaksın ve artık adın Abram (yüce baba anlamında) çağırılmayacak, fakat İbrahim (cumhûr -halk, umûm-'un babası anlamında) olacak; çünkü seni birçok milletlerin babası ettim. Ve seni ziyâdesiyle semereli kılacağım ve seni milletler yapacağım ve senden sonra zürriyetini, Allah olmak için seninle ve senden sonra zürriyetinle benim aramda ahdimi, nesillerince ebedî ahid olarak sabit kılacağım. Ve senin gurbet diyarını, bütün Ken'an diyarını, sana ve senden sonra zürriyetine ebedî mülk olarak vereceğim ve onların Allah'ı olacağım" (Tekvîn, XVII/1-8).

Allah, İbrahim'den ve zürriyetinden gelecek olanlardan ahid olarak her erkek çocuğun sünnet edilmesini ister. Yine Allah, İbrahim'e, karısı Saray'ın, bundan sonra Sara (prenses anlamında) olarak çağırılmasını ve ondan bir oğul vereceğini, adının da İshak olacağını bildirir. Böylece Sara, Hacer'i kıskanmaktan kurtulmuş olacaktır.

İbrahim, ahid gereği, kendisi doksan dokuz, İsmail de on üç yaşında iken, aynı gün sünnet olurlar. Öte yandan Sara, İshâk'ı doğurur. İbrahim, oğlu İshâk'ı sekiz günlükken sünnet ettirir. Çocuk büyüyüp sütten kesildiğinde İbrahim, oğlu için büyük bir ziyâfet verir. Bu sırada İsmail'in güldüğünü gören Sara, İbrahim'den, onu kovmasını ister. Bu durum İbrahim'e kötü görünür. Ancak Allah, İbrahim'e, Sara'nın dediğini yapmasını, çünkü neslinin, İshâk'ın adıyla çağrılacağını söyler. Hacer, İsmail'i alıp çöle gider (Tekvîn, XVII/19-27; XXIXII. Bâb).

Bir gün Allah, İbrahim'i denemek için, ondan biricik oğlu İshâk'ı kurban etmesini ister (İslâm'a göre Hz. İsmail) İbrahim emri yerine getirmek üzere bir mezbah yapıp bıçağı eline aldığında Rabb'ın Meleği göklerden ona çağırıp çocuğu boğazlamamasını, çünkü emri yerine getirdiğini bildirir. Bunun üzerine İbrahim, gözlerini kaldırdığında, çalılıkta bir koçun hazır olduğunu görür ve onu kurban eder. Bu olay üzerine Rab, ona, sözünü yerine getirdiğinden dolayı, zürriyetinin düşmanlarının kapısına hâkim olacağını ve zürriyetinden gelen bütün milletlerin mübârek kılınacağını bildirir (Tekvîn, XXV/1-20).

İbrahim, yüz yetmiş beş yaşında iken ölür. "Ve oğulları İshâk ve İsmail onu Mamre karşısında olan Makpela Mağarasına, Hitti Tsohar oğlu Efro'nun tarlasına, İbrahim'in Het oğullarından satın aldığı tarlaya gömdüler. İbrahim ve karısı Sara, oraya gömüldüler ve vâkî oldu ki, Allah, İbrahim'in ölümünden sonra İshâk'ı mübârek kıldı" (Tekvîn, XXV/8-11).

İshâk'ın çocuğu olmadığından Rabb'a yalvarır, Esav ve Yakub adlı iki oğlu olur. Bir gün ülkesindeki kıtlık sebebiyle İshâk, Filistinlerin kralı Abimelek'in ülkesi Gera'ya gider. Orada karısını, kızkardeşi olarak tanıtır. Durumu anlayan Kral, niçin böyle yaptığını sorar. O da, elinden alınıp kendisine zarar gelme korkusundan böyle yaptığını söyler (Babası Abram (İbrahim)in aynı hareketini karşılaştırmak için bkz. Tekvîn, XII/10-20; XVI/6-12). Bunun üzerine Kral, onları korur. Varlık sahibi olurlar. Ancak, Filistinler, onları kıskanarak ülkelerinden çıkarırlar.

İshâk artık yaşlanmış ve gözleri görmez olmuştur. Bunun üzerine Yakub, babasının sevdiği Esav'ın yerine, hîle ile kendisini mübârek kıldırır. Bunu öğrenen Esav çok sinirlenir ve onu öldüreceğini söyler. Yakub, Harran'a gitmek üzere oradan ayrılır. Gecelediği yerde, rüyâsında, yerden göğe doğru yükselen bir merdiven görür. Bu merdivenden, Allah'ın melekleri çıkıp inmektedir. Başı, göklere ermiştir. Rab, ona şöyle der: "Baban İbrahim'in Allah'ı ve İshâk'ın Allah'ı Rab benim. Üzerinde yatmakta olduğun diyarı sana ve senin zürriyetine vereceğim; ve senin zürriyetin, yerin tozu gibi olacak ve garba ve şarka ve şimâle ve cenuba yayılacaksın ve yerin bütün kabîleleri senden ve zürriyetinde mübârek kılınacaktır..." (Tekvîn, XXVIII/13-15)..

Yakub, uyanınca, "Burası Allah'ın evidir ve bu, göklerin kapısıdır" deyip oraya "Beyt el-Lehem" (Allah'ın evi) adını koyar; yoluna devam edip Harran'a ulaşır. Orada annesinin kardeşi Laban'ın yanında çalışır; onun iki kızı yanında, iki de câriyeden on iki oğlu ve bir de kızı olur. Onları alıp Ken'ân'a babasının yanına döner.

Yakub, çocuklarından en çok Yusuf (Yosef)'u sever. Bu yüzden kardeşleri onu kıskanırlar. Yusuf, bir rüya görür ve kardeşlerine anlatır. Bu rüyâda, "kardeşleriyle birlikte bir tarlada buğday demetleri bağladıklarını, kendi demetinin dik durduğunu, ötekilerin demetlerinin ise, kendisininkinin çevresini kuşatıp eğildiklerini" söyler. Kardeşleri, bu rüyâdan onun, kendilerine hâkim olacağı anlamını çıkarırlar, ona karşı kin ve kıskançlıkları artar. Yusuf, bir başka rüyâsında güneş, ay ve on bir yıldızın, kendisine secde ettiğini görür. Bu rüyâyı babası ve kardeşlerine anlattığında, babası onu azarlayıp, "Gerçek ben ve anan ve kardeşlerin yere kadar sana eğilmek için mi geleceğiz?" der. Kardeşleri onu kıskanırlar, babası da bu sözü yüreğinde tutar. Yakub, Yusuf'u sürüleri otlatmakta olan kardeşlerinin yanına gönderince onlar da onu, elbiselerini çıkararak bir kuyuya atarlar. Daha sonra da kuyudan çıkarıp onu, Mısır'a giden tüccarlara yirmi gümüşe satarlar. Babalarına, kardeşlerini bir canavarın yediğini söyleyip, onun kana batırılmış entarisini gösterirler.

Yusuf, Mısır'da, Firavun'un bir memuru olan Potifar tarafından satın alınır. Potifar'ın karısı Yusuf'a aşık olup, ilgisine karşılık görmeyince iftira ederek onu hapse attırır (Tekvîn, XXXIX/20). Yusuf, hapisteyken, Firavun'un gördüğü bir rüyâyı tâbir ederek (yorumlayarak) hapisten kurtulur ve Firavun'un yanında önemli bir mevkie yükselir (Tekvîn, XLI/40). Daha sonra Filistin'de bulunan babası Yakub ve kardeşlerini Mısır'a getirtir. İsrail oğulları, böylece Mısır'a yerleşmiş olurlar (Tekvîn, XLIII. Bâb). Önceleri burada rahat bir hayat geçiren Yahûdiler, zamanla büyük sıkıntılara, köleliğe düşerler (Çıkış, I/12-13). Onları bu sıkıntıdan kurtarıp "Arz-ı Mev'ûd"a (Vâdolunmuş toprak Filistin'e) döndüren Moşa (Hz. Mûsâ) olur (Tah. M.Ö, 1250).

Musa, Firavun ve ordusunun Kızıldeniz'de boğulup onları izleyememesi sonucu Yahûdileri, Sina'ya getirir. Burada, Sina Dağında, Hz. Mûsâ'ya Tevrât ve On Emir verilir. Yahûdiler Sina çölünde kırk yıl dolaşırlar. Mûsâ'dan sonra Yeşu onları Filistin'e götürür (Çıkış-Hurûc, VII-XL. Bâblar; Yeşu, I-XXIV. Bâb). Filistin'de Hâkimler ve Krallar devrinden sonra Kral David (Hz. Dâvûd, M.Ö. 1013-973), Kudüs'ü alır ve Yahûdilerin en parlak devresini başlatır (bk. II. Samuel, V-IX. Bâblar). Oğlu Kral Şelomo (Hz. Süleymân, M.Ö. 973-933), babası tarafından hazırlatılan yere kutsal Mâbed'i inşa ettirir. O zamana kadar bir çadırda korunan ve içinde On Emir tabletleri bulunan mukaddes Ahid Sandığı, Mâbed'in bir odasına konur (bk. I. Krallar, V-IX. Bâblar).

Hz. Süleymân'ın ölümünden sonra krallık, güneyde Yuda (Yahuda), kuzeyde İsrail olmak üzere ikiye ayrılır (I. Krallar, XI-XII. Bâblar vd.). On kabîle, İsrail; ikisi de, Yuda Krallığına bağlanır. Önce İsrail Krallığı, Asurlular tarafından M.Ö. 721'de; sonra da Yuda Krallığı Babilliler tarafından M.Ö. 586'da yıkılır. Mâbed tahrîb edilir ve Yahûdiler, Babil'e sürgün edilir. Sürgünde Yahûdi halkı, Ezra'nın çevresinde birleşir ve M.Ö. 538'de Kudüs'e döner. Mâbed, M.Ö. 520'den sonra yeniden onarılır (bkz. Daniel, Ezra, Ester).

Yahûdi Mukaddes Kitabı, önceki peygamberler kadar, sonraki küçük peygamberlere de yer verir. Bâbil Sürgünü döneminde İşaya, Yermiya (Yeremya) gibi peygamberler gelmiştir. İlya-Mesih'ten önceki peygamber, Malaki'dir.

Yahûdi tarihinde Kudüs, İskender'den sonra Ağidler, Selefkî'lerin eline geçti. Mâbed (Tapınak), M.Ö.168'de yağma edildi. Makkabî'ler, yeniden hâkimiyeti sağladılarsa da, M.Ö. 63'de başlayan Roma esâreti dönemi, M.S. 70'de Roma'lı komutan Titus'un, Kudüs'ü ve bu arada Mâbed'i de yakıp-yıkmasıyla sonuçlandı. Yahudiler, dünyanın her tarafına dağıldılar. Mâbed'den arta kalan Batı Duvarı (Ağlama Duvarı) yüzyıllarca onlarda millî ve dinî şuûru ayakta tutmuştur. Mesîh inancının verdiği ümit, onlarda bu şuûrun devamlı varlığını sürdürmesini temîn etmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm'e Göre Yahudilik

Kur'n'da, Yahudilikten bahsedilen âyetlerin sayısı oldukça fazladır. Onlardan "Ben İsrail", "Yahud" vb. deyimlerle söz edilen âyetler bulunduğu gibi, bir bölümünde bazı peygamberler (Hz. Yakub... gibi) konu edilirken, Yahudilerle ilgili olarak bilgi verilir. Ayrıca Kur'ân'daki "Ehl-i Kitap" deyiminin şümûlüne, onlar da girerler.

Kur'ân'da, Yahûdiler ile ilgili olarak verilen bilgileri şöylece sınıflandırmak ve sınırlamak mümkündür:

1- Allah tarafından Yahûdilere bahşedilen nimetler.

2- Uymakla yükümlü oldukları dînî hükümler.

3- Peygamberler tarafından kendilerine getirilen hükümlerle tebliğleri değiştirmeleri ve doğru yoldan sapmaları.

4- Allâh'a karşı ahidlerini bozmaları, verdikleri sözden dönmeleri ve bunu alışkanlık hâline getirmeleri.

5- Yaptıkları kötü işler yüzünden zillet ve meskenete uğramaları.

6- Yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışmaları.

7- Bazı peygamberler ile sâlih kimselere iftirâ etmeleri veya onları öldürmeleri.

8- Basit menfaatleri uğruna gerçeklere yüz çevirmeleri.

9- Allah'ın, Yahûdilere tavsiyeleri. Yahûdilerin tarihçesiyle ilgili olarak Kur'ân'da, Hz. Musâ'ya kadar olan dönem hakkında yer alan bilgiler şu şekilde özetlenebilir:

Hz. İbrahim, Ulu Allah'ın seçkin kıldığı peygamberlerden biridir (Alu İmrân, 33-34; Meryem, 58-59). O, ne Yahûdi ve ne de Hıristiyan'dır. O, müşriklerden de değildir. Allah'ı "bir" tanıyan gerçek müslümanlardandır (Alu İmrân, 67, 95; Meryem, 43, 47). Ulu Allah, onu dost edinmiştir (Nisâ, 125). O çok içli, yumuşak huylu, konuksever ve kendini Allah'a adamış, dosdoğru bir kimsedir (Hûd 75; Tevbe,114; Meryem, 41; Buhârî, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, IX,107). O, görevini tam olarak yapan (Bakara, 124) ve kendisine suhuf verilen (A'lâ, 19) bir peygamberdir. Ona, göklerin ve yerin sırları, yakînî bilgi bahşedilmiştir. Bununla ilgili olarak Kur'ân'da şöyle denir: "Biz İbrahim'e, yakînen bilenlerden olması için, göklerin ve yerin melekutunu şöylece gösteriyorduk"(En'âm, 7/75). Hz. İbrahim, Allah'dan başka putlara, ay, güneş ve yıldızlara tapınan babası (Âzer) ile kavmine karşı, görmeyen; batan, zevl bulan şeylere, Şeytana tapınılmayacağını anlatmaya çalışır. Kendicinin Ulu Allah'a tapındığını, O'na hiçbir şeyi ortak koşmadığını, onları ve yonttuklarını O'nun yaratığının, dolayısıyla o'na ibadet, şükür etmeleri gerektiğini, çünkü O'na döneceklerini bildirir. Onlar, hattâ babası, bu dâvete uymadılar. Ona, babalarını da böyle bulduklarını söylediler (En'âm, 74-80; Enbiyâ, 58-67; Sâffât, 85-95: Meryem, 44; Ankebût, 17; Şuarâ, 70-82). Hz. İbrahim, düşmanının putlar; dostunun da âlemlerin Rabb'i olduğunu belirterek şöyle diyor: "Beni yediren de, içiren de O'dur. Hasta olduğumda bana O şifâ verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O'dur. Âhiret gününde yanılmalarını bana bağışlamasını umduğum O'dur" (Şuarâ, 26/79-82). Hz. İbrahim, görevini yapmış, tebliğde bulunmuştur. Onu ateşe atarlar, fakat Ulu Allah onu ateşten kurtarır (Ankebût, 24; Enbiyâ, 70; Sâffat, 93).

Kur'ân-ı Kerîm, Hz. İbrahim ile ilgili olarak verdiği kıssalarda insanlara, Allah ve âhiret inancı konusunda yol göstermekte, ibret vermekte ve onları düşünmeye dâvet etmektedir (bkz. Bakara, 260; En'âm, 76-79; Sâffât, 85-94).

Allah Teâlâ, Hz. İbrahim'i ve onun soyundan gelenleri peygamber kıldı. Onlara iyi işler işlemelerini, namaz kılmalarını, zekât vermelerini emretti (Enbiyâ, 73). Hz. İbrahim, Allah'dan, iyilerden olacak bir çocuk istedi (Sâffât,100-101). Allah da ona ihtiyarlığında İsmail ve İshâk'ı verdi (İbrahim, 39).

İsmail çocukken babası, rüyasında onu kurban ettiğini gördü ve bunu ona açtı. İsmail, babasına emrolunduğu şeyi yapmasını, kendisini sabredenlerden olacağını söyledi. Böylece Hz. İbrahim, oğlunu kurban etmek için yanı üzere yatırdı. Ulu Allah, rüyasındaki emre bağlılıkları sebebiyle bir kurban gönderdi (Sâffat, 102-107). Hz. İsmail doğru, uysal, sabırlı, sözünde sâdık bir kimse olarak Cebrâîl aracılığıyla kendisine vahyedilen, Allah'ın bir peygamberidir; çevresine zekâtı, namazı emretmiştir (Sâffat,101; Meryem, 54-55; Enbiyâ, 85; Sâd, 48; Bakara, 156; Âlu İmran, 84).

Hz. İshâk da doğru, sâlih, mübârek kılınmış, hidâyete erdirilmiş, âhiret yurdunu düşünen, gönülden Allah'a bağlı bir peygamberdi (Enbiyâ, 72; En'am, 84; Saffât, 113; Sâd, 45-47). İshâk, annesi çok yaşlıyken Allah'ın bir lütfu olarak bahşedilmiş ve annesi bu olaya çok sevinmiştir (Zâriyât, 29-30; Hd, 72-73; Meryem, 49; Sâffat 112). Hz. İshak da, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail gibi, kendisine vahyolunan peygamberlerden olmuştur (Nisâ, 163; Hd, 71).

Hz.Yakûb, Hz.İshâk'ın ardından müjdelenen, kendisine vahiy indirilen peygamberlerden, dinde kuvvetli, hâlis, sâlih, sabırlı, hidâyete erdirilmiş bir kimse idi (Bakara, 136; Âlu İmran, 84; Nisâ,163; Hûd, 71). Hz. Yakûb'un en sevgili oğlu Hz. Yusuf; ihlâslı, ilim ve hikmet sahibi, güzel bir yaratılışa sahip, Rüyâ tâbirini bilen, kendisine vahiy gelen peygamberlerdendi (Yûsuf, 4-8,15, 21-24; En'âm, 84; Mü'min, 34).

Hz. Yusuf, çocukluğunda bir gün babasına, "rüyamda on bir yıldız, güneş ve ay'ın sona secde ettiklerini gördüm" der (Yûsuf,12/4). Bu rüyâyı dinleyen babası ona, bunu kardeşlerine anlatmamasını söyler (Yûsuf, 5). Ayrıca Hz. Yakub, ona, Allah tarafından seçileceğini, kendisine rüyâ tâbiri öğretileceğini, daha öncekilere olduğu gibi, Allah'ın hem ona, hem Yakub âilesine nîmetini tamamlayacağını söyler (Yûsuf, 6). Kardeşleri, rüyâsında gördüğü gibi, Yûsuf'u kıskanırlar. Onu, ortadan kaldırmayı plânlarlar. Babalarının iknâ ederek onu yanlarında götürür ve kuyuya atarlar. Onu bir kurdun yediğini söyleyip, kanlı gömleğini babalarına gösterirler. Bir yolcu kafilesi, Yusuf'u kuyudan çıkarıp beraberlerinde Mısır'a götürerek bir vezîre satarlar. Vezirin karısı, Yusuf'a âşık olur ve kendisine sahip olmasını ister. Yusuf reddedince de kadın, ona iftirâ eder ve Yusuf zindana atılır. Zindanda, rüyâ tâbir eder. Mısır Melîki, bir rüyâ görür. Bu rüyâyı, kimse tâbir edemez. Yusuf'un iki hapishane arkadaşı, onu Melîke tavsiye ederler. Melîkin rüyâsını yorumlayan Yusuf, saraya alınır ve Mısır hazînesine memur yapılır. Bir süre sonra, zahîre almak üzere Mısır'a gelen kardeşleri, onun huzûruna çıkarlar. Yusuf, kardeşlerini tanır, bir vesileyle ailesini Mısır'a getirtir. İsrail oğulları, böylece Mısır'a yerleşirler (Yusuf, 7-100).

Hz. Yusuf zamanında Mısır'a yerleşmiş olan İsrailoğulları, daha sonra Firavun'un zulmüne uğrayarak, uzun bir esâret hayatı yaşamaya başlarlar. Onları bu sıkıntıdan Hz. Musa kurtarır.

Tevrât'a Göre Hz. Musa

Yusuf un ölümünden sonra Mısır'da Yahûdiler çoğalmaya başlayınca, yeni Firavun, Yusuf'un hizmetlerini unutup bundan endişelendi. ilerde ülkelerine yönelecek bir saldırıda düşmanla işbirliği yapmaları endişesiyle onlara eziyet etmeye başladı. Bu arada onların çoğalmalarını önlemek için, her doğan erkek çocuğun öldürülmesini emretti. Musa, işte böyle bir zamanda doğdu. Annesi onu, ancak üç ay gizleyebildi. Sonra onu ziftlenmiş bir sepete koyarak ırmağa bıraktı. Nil kıyısındaki sazlıklara bıraktığı sepetin durumunu, Musa'nın kız kardeşi Meryem gözlüyordu. Nil'de yıkanmakta olan Firavun'un kızı, onu buldu ve bir İbrânî çocuğu olduğunu anlayıp ona acıdı. Meryem, çocuğu emzirmesi için bir İbrânî kadın çağırabileceğini söyledi. Firavun'un kızının kabul etmesi üzerine gidip annesini çağırdı. Çocuk ona verildi ve "sulardan çekilmiş" anlamına gelen "Moşe" (Musa) adı verildi (Hurûc Çıkış, I/8-22; II/1-7). Musa, gençlik yıllarında Yahûdilerin yanına gider, şikâyetlerini dinlerdi. Yine bir gidişinde, Mısırlılardan birinin, bir Yahûdiyi dövdüğünü gördü. Yahudiyi koruyarak Mısırlıyı öldürdü. Olayın duyulması üzerine Musa, Midyan'a kaçtı. Orada Midyan kâhininin kızıyla evlendi. Kâhinin sürüsünü otlatırken, Tanrı'nın meleği, Horeb'de bir çalı ortasında, ateş alevinde ona göründü. Yanan çalının ateşi bir türlü bitmek bilmiyordu. Bunu merak edip geri dönen Musa'yı çalının ortasından Allah çağınp şöyle dedi: "... Ben, babanın Allah'ı, İbrahim'in Allah'ı, İshâk'ın Allah'ı ve Yakub'un Allah'ıyım. Ve Musa yüzünü örttü; çünkü Allah'a bakmaya korkuyordu. Ve Rab dedi: Gerçekten Mısır'da olan kavminin sıkıntısını gördüm... Onların feryâdını işittim; çünkü onların acılarını bilirjm... Ve şimdi gel ve benim kavmimi, İsrailoğullarını Mısır'dan çıkarmak için seni Firavun'a göndereyim" (Hurûc-Çıkış, III/1-13).

Böylece Musa, Yahûdîleri Mısır'dan çıkarmak üzere görevlendirilmiş oldu. Kardeşi Hârun da ona yardımcı olarak verildi. Bu görevi yerine getirmek üzere Musa Mısır'a geri döndü. Kavmini Mısır'dan çıkarıp Ken'an diyarına götürmek istediğini, bunun Allah'ın emri olduğunu söyleyince Firavun, "Allah kimdir ki, ben ona itaat edeyim" diyerek onları saraydan kovdu. İkisi arasında mücâdele başladı. İş, mucize göstermeye kadar vardı. Firavun, bütün sihirbazlarnı topladı. Onlar da bütün hünerlerini ortaya koydular. Musa'nın asâ'sı (değneği) kocaman bir yılan olup, onların bütün sihirlerini yuttu. Bütün bunlara rağmen Firavun, İsrailoğullarının Mısır'dan çıkmalarına izin vermedi. Bunun üzerine Rab Yahve, "Mısırlılara belâ vereceğini, insandan hayvana kadar bütün ilk doğanları öldüreceğini" bildirdi. Allah, Musa aracılığıyla Mısır topraklarına "on felâket" verdi. Firavun, bu işlerin olduğunu görünce onların Mısır'dan çıkmalarına izin verdi.

İsrail oğulları, Kızıldeniz'e doğru yola çıktılar. Ancak Firavun, kararından pişman olarak onların peşlerine düştü. Kızıldeniz'e ulaştıklarında Musa elini denize uzattı, sular yarıldı, İsrail oğulları geçti. Sonra Musa tekrar elini uzattı, sular eski halini uldı ve Firavun ile ordusu boğuldu (Hurûc Çıkış, VII/9-12; XII/21-31).
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt