Teslis

  • Konbuyu başlatan Talebe
  • Başlangıç tarihi
  • Cevaplar 0
  • Görüntüleme 624
  • Etiketler
    teslis
  • Cevaplar: 0 Görüntüleme: 624
TESLİS


Arapça bir kelime olup, sözcük anlamıy­la 'üçleme' demektir. Hz. îsa'dan sonra tah­rif edilmiş, yani aslî şeklinden uzaklaştırıl­mış Hıristiyanlığın temel inanç esası ola­rak, baba Allah, oğul tsa ve ikisi arasında Ruhu'l-Kudüs'ten oluşan üçlü 'tann' inancı­nı ifade için kullanılmaktadır.
islâm'ın bir peygamberi olarak Hz. İsa da tüm diğer nebî ve resuller gibi Tevhîd'i, ya­ni tek Allah inancım tebliğ etmiş ve bu uğurda mücahede vermiştir. Kur'an'da ol­dukça açık olan bu gerçek, aslında Kilise'ce kabul edilen ve adına Kanonik înciller deni­len Matta, Luka, Markos ve Yuhanna Incil-leri'nde de açıktır. (Kur'an-ı Kerim, Nisa, 171-2; Maide,17, 72-3, 117) Matta, 4:10, 12:25,27:46, Luka, 4:8, Markos, 12:28-30,
Yuhanna, 13:20, ayrıca, Resullerin İşleri, 4:12-13, 4:22, Yakub'un Mektubu, 2:19, 4:12,14-15.) Fakat, daha sonra bir yandan özellikle Neron, Tragan, Disius ve Dekildi-anus (Dekyanus) gibi Roma imparatorları zamanında Hıristiyanlar'a yapılan korkunç işkence ve zulümler, öte yandan Hıristiyan­lığın Yunan felsefesi, İskenderiye ekolü ve İran dinleri gibi şirke bulaşmış inanç, felse­fe ve düşünce ekolleriyle temasa geçmesi ve geniş bölgelere yayılması bu dinin inanç sistemine kadar etkide bulundu. Malûmdur ki, Allah'ın Dini basit bir inanç sistemi ol­mayıp, insan hayatını her yönden kuşatıcı bir özelliğe sahiptir ve özellikle adına Şeriat denilen, bugünkü tabiriyle hukuk sistemi tekerleğe benzetilen dinin merkez ve çu­buklarını koruyan çerçeve niteliğindedir. Hz. Isa da, bir yandan mücadelesini Şeri­atın tam anlamıyla yaşanması için zihin, akide, ihlâs, iman ve amel noktasında verir­ken, bir yandan da, Şeriat'ı ve peygamberli­ği yıkmak için değil, o günkü şartlara göre tamamlamak için geldiğini ilân etmekten geri durmuyordu. (Matta: 5. bab) Fakat, ta­rihî olumsuz şartlara eklenen bir takım ferdî ihtiraslar ve fesat komiteleri, Hz. İsa'nın dupduru Tevhid akidesini çok geçmeden bulandırdı ve temellerinden sarsmaktan ge­ri kalmadı. Özellikle Pavlos eliyle Şeriat'ın-dan koparılan İsa'nın Dini, pek çok araştır­macı tarafından kabul edildiği üzere, İsken­deriye'deki Neo-Platonizm ekolüyle de te­masa geçti. Bu ekolün kurucusu olan Ploti-nus, İskenderiye mektebinde tahsil gördük­ten sonra iran'a ve Hindistan'a seferler ya­pıp, Hind mistisizminin kaynaklarını ve bu arada Budizm i inceleme imkânı bulmuştu. Ayrıca, Brahman istlerin Krişna (Hindu-izm'de tanrı Vişnu'nun, bir erkekle kadın arasında cinsel ilişki olmadan yeryüzünde aldığı insan şekline verilen ad) ile ilgili gö­rüşlerini de tanımış ve Hind dinleri hakkın­da geniş bilgi edinmişti. Hind dinlerinden Budizm'de, Buda'nm üç bedeni diye bilinen Trikaya öğretisi vardır. Bu öğretiye göre, Buda'nm birinci bedeni, varlığı ve yokluğu içine alan ve tüm Kâinat'ı kapsayan mutlak düzlemde kişileşmemiş Dharmakaya'dır. Semavî katmanlarda ya da varoluşun dün­yevî varoluşa göre daha ince ve daha ruhanî katmanlarında kişileşen Sambhogakaya, Semavî Buda'nın ikinci bedeni, daha doğru­su bir nevî kendinde tezahürüdür. Gotama Buda ise, dünyayı temizlemek, insanı kur­tarmak ve insanlara yol göstermek için 'tan­rı' Buda'nın insan şeklinde aldığı bedendir. Bu Budist kabulle Plotinus'un üçlü varoluş görüşü birbirine hayli yakındır. Plotinus'a göre, kâinat üç unsurun denetimi ve gözeti­mi altındadır.
Allah, kâinat'ın yoktan var edicisi olarak her şeyin kaynağıdır; bütün eşya neticede O'na döner ve o eşyanın sıfatlarından hiçbi­riyle sıfatlandırılamaz. O hiç bir şeye muh­taç olmayıp, varlığı Kendindendir ve zo­runludur, îşte bu ilk Varedici'den Akıl sadır olmuş (emanation)tur. Aklın Tann'dan sü-duru, bir doğum gibidir ve üretici gücü olan akıldan da ruh doğmuştur. Ruhlar aslında birdir ve bütün ruhlar bu ilk ruhu arar.
işte, Hristiyanlik yayılma ve sindirilme döneminde Kâinat'ı ilk var edici güç, bu güçten doğan akıl ve her türlü canlıyla bağ­lantılı olan ve her canlıya hayat veren ruh olmak üzere üç unsura ayıran Neo-Plato-nizm'den etkilenmiş olsa gerektir. Bu üçlü, en nihayet Hıristiyanlık'ta baba olarak Al­lah, oğul (akıl) olarak İsa ve ruh olarak da Ruhu'l-Kudüs şeklinde üçlü bir tanrı imaj ve inancına yol açmıştır. Bunda, bir takım üstün vasıflı kişilere karşı duyulan aşın sev­ginin daha da aşın noktalara kaydırılıp mü-cerred planda tutulamaması ve müşahhas-laştırma eğiliminin yamsıra, herhalde bir takım politik endişeler de rol oynamıştır de­nilebilir. M.S. 325 yılında iznik'te Hıristi­yanlık inancını tesbit ve geçerli încilleri be­lirleme için 2040 kişinin katılmasıyla topla­nan konsül, "Allah'ın oğlu olarak isa'nın var olmadığı bir zamanın bulunduğunu, Mer­yem'den doğmadan önce mevcud olmadığı­nı veya hiç yokken meydana geldiğini veya oğulun babanın cevherinden ayrı bîr cev­herden veya maddeden yaratıldığını ve oğulun değişebileceğini ya da yaratılmış ol­duğunu ileri sürenleri aforoz eder" şeklinde aldığı bir kararla, Teslis inancını resmî inanç haline getirmiştir. Buna rağmen, özellikle Kuzey Afrika'da manastırlarda yaşayan ve teslis inancını kesinlikle redde­dip, Tevhid'e inanan keşişler (kissîsîn) ve Hristiyanlar her zaman var olmuştur.
Teslis inancında, bir bakıma yaratılışın Bir'den çokluğa uzanması konusunda, yani bîr olan Allah'ın değişmeden kesret (çok­luk) sergileyen Kâinat'ı nasıl yarattığı şek­lindeki felsefî tartışmaların da etkisi olsa gerektir. Mutlak kâmil olan Allah'ın kâmil olmayan eşyayı yaratmasında arada aracı prensipler olarak oğul ve ruh konmuş olabi­lir. Fakat, güya kâmil zattan zorunlu olarak kâmil bir tabiat doğamayacağından, oğul ve ruh da babaya eşittir. Ama, bu bir noktada bütün eşyayı da kâmil kabul etmeye götürür ki, Hıristiyanlık bunu kabul etmez.
Teslis inancında, pek çok çelişkiler oldu­ğu gibi, Hıristiyanlığa göre, doğuştan gü­nahkâr olan bütün insanların günahım, daha doğrusu Hz. Adem'in ilk günahını temizlemek için Oğul'un kendini feda eniği ve dün­yaya gönderildiği iddiası da vardır ki, bir Tann'nın nasıl çarmıha gerilip can vereceği aklın alacağı şey değildir. Ayrıca, doğuran (baba) ve doğan (oğul) ezelî olamayac:^,. gibi ebedî de olamaz; çünkü, doğurmak ve doğmak değişimi, sonradan olmayı, parça­lardan oluşmayı ve ölümü de kendiliğinden beraberinde getirir; bu ise, Allah, hattâ put­perestlerin kabul ettiği sözde 'tannlar'fl) hakkında bile düşünülemez. Kaldı ki, Kili-se'nin kabul ettiği înciller'de geçen baba ve oğul ifade ve ilişkileri de hiç bir zaman tes­lis inancına yol açacak şekilde değildir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt