Son Halife II. Abdülmecid

SON HALİFE İKİNCİ ABDÜLMECİD

(18 Kasım 1922 – 3 Mart 1924)


Ekteki resimleri görmek için kayıt olmalısınız

Osman Gazi ile Söğüt'te başladık yolculuğa, Ulu Hakanlarla ulu çınar gibi dal saldık cihanın dört bir yanına; gölgemizde huzur buldu nice kavimler... Zaman oldu, çınar cılızlaştı, zor durabildi ayakta; taşıyamadı yükünü, sallandı durdu ve nihayet zeval vakti geldi gazele döndü çınar. Şimdi iğreti bir yaprak, dalında durdurulmaya çalışılıyor; o da fazla sürmeyecek ve kapanacak son sayfa...
Hırka-ı saadet dairesinin bahçesine altın taht çıkartılmış, Topkapı Sarayı'nın ve İstanbul'un göreceği son cülus için Halife sıfatıyla son Osmanlı oturacak bu tahta. Bütün Müslümanların halifesi İkinci Abdülmecid'e biat edilecek. Biat edilenin hiçbir yetkisi olmayacak; bunu herkes biliyor. 600 küsur senelik Osmanlı hanedanı son Halife ile tarihe karışırken heyecansız, zevksiz, biraz buruk, hatta acı bir tören yaşanıyor. Orgeneral rütbesi taşıyan son Halife altı Doğu ve Batı dili biliyordu; iyi yetişmiş bir kültür adamıydı. Kültürünü meydana getiren özelliklerine göz atınca daha iyi tanıyacağımız son Halife ile beraber, Türkiye'nin hangi güzergâhta seyretmeye başladığını da anlamış olacağız.
"İkinci Abdülmecid, Batı musikîsinde bestekâr, piyanist, viyolanist, şair, hattat, heykeltraş, ressam, müellifti diyor, Yılmaz Öztuna. Daha önce bu tahta oturan, geçerli 36 şahıs tanımış, hiç birinde yukarda sıralanan özelliklerin bazılarını görememiştik. (Heykeltraşlık, viyolanistlik gibi) Devletin beyni olan saray bile kendi öz kültürüne kapılan kapamaya başlamış, batının üstünlüğüne teslim olmuşken, ayakta kalabilmeyi hayâl etmenin mânâsı da olmamalıydı herhalde. Belki de ayakta kalamamanın getirdiği son nokta idi bu hal. Zaten son halifenin biat merasimi de işgal kuvvetlerinin süngülerinin gölgesinde yapılıyordu.
Sultan Vahdeddin ile, adına "sultanlık çok görülen Halife Abdülmecid arasında zıtlık var. Refet Paşa, ayaklarını Sultan Vahdeddin’in burnuna değdirecek kadar uzattığıyla övünüyordu ya, işte o gün. Refet Paşa saltanatın kaldırıldığını, Vahdeddin sadece "Halife" olarak hayatına devam edeceğini bildiriyordu. Son pâdişâh Refet Paşa'ya, hiç tereddüt göstermeden cevabını şöyle vermişti: "Saltanatsız bir hilâfeti hanedanımızın en âciz bir ferdinin bile kabul etmeyeceğine emin olabilirsiniz Paşa!" (Vahidüddin Gurbet Cehenneminde , Tarık Mümtaz Göztepe, Sebil Yayınları )
Son pâdişâh hanedan hakkında yanılmıştı. Saltanatı ilga edip, bütün yetkileri sahiplenen Ankara meclisi (Büyük Millet Meclisi) Abdülmecid Efendiyi, oylama suretiyle halife seçti. Bundan büyük memnuniyet duyan seçilen kişiyle ilgili bilgileri aldığımız kaynak doğru söylüyorsa ki, ona da, söyleyen doğru söyledi ise:
"Abdülmecid Efendi, 20 Teşrinisani (Kasım) 1922 Pazartesi günü ilk tebrikleri hususî denilecek bir merasimle Dolmabahçe Sarayında kabul etmiş ve Müverrih Ahmet Refik merhumun tebrikini kabul ederken, saltanat hakkının maziye karıştığını unutmuş gibi davranarak bir pâdişâh edasıyla şu garip sözleri söylemişti: "Tarihi asıl bundan sonra yazacaksın, muahezenize (eleştirinize) duçar olmamak için nasıl çalışacağımı göreceksiniz."
Gerçekten, birkaç defa garip. Osmanlı'dan bir vâris, ailenin ve devletin başına neler gelmiş geçmiş olduğunu bilmiyor gibi. Bir de, çocuksu bir tavırla konuşuyor. Acaba, Osmanlı'yı sevmeyen tarihçinin muhayyilesinde meydana gelmiş bir yalan mıdır?
Osmanlı Sultanlarının anlatılmaya çalışıldığı bir kitap, Sultan kalmayınca yavanlaşıyor. Son Sultan'ın zamanında tat yoktu zaten. Son halifenin hilâfeti de aceleyle verilmişti, emanet idi ve hiçbir tadı yoktu. Nokta nokta geçiyoruz.
2 Ekim 1923 Salı günü işgal kuvvetleri İstanbul'dan çekilmeye başladı.
29 Şubat 1924 Cuma günü son halife son Cuma selamlığına çıktı.
3 Mart'ta hilafet ilga edildi. 4 Mart sabaha karşı son halifenin yurt dışına çıkarılmasını tebliğe geldiler.
Ankara'da T.B.M.M.'nin kararı kesindir; Abdülmecid'le beraber aile efrad-ı da Türkiye'den çıkartılacak. Bu iş için Vali Haydar Bey ve Polis Müdürü Saadeddin Bey vazifelendirilmişler. Artık Halife de olmayan, sıradan bir vatandaşlıktan ayrı bir özellik taşımayan Abdülmecid Efendi'nin direnmesi fayda vermez. Sabah namazını eda ettikten sonra otomobile binerken, "Ben ölsem dahi, kemiklerim bu milletin refahına duâ edecektir." (Son Halife: O.G. Asıroğlu) diyen son halife gurbet yoluna, hava ağarmaya başlarken çıktı... Otomobilden trene binilecek ve Balkanlar'a doğru uzun ince ve de kara bir yola düşülecek.
Çatalca'da trene bindi ve gitti.
Son halife Abdülmecid ile Celâleddin Paşa, Nis'te kiralık köşkte karşılaşırlar ve şöyle konuşurlar: Abdülmecid Efendi:
"Buyurun Paşa hazretleri, sizin burada hemşirenizi ziyarete geldiğinizi haber alınca, hemen görüşmek arzusunu hissettim. Eski bir dostu görmek, insanı hayli sevindiriyor..."
"İltifat buyuruyorsunuz, Hilafetmeâb."
Paşa, acı bir tebessümle sözümü kesti, diyor ve Hilafetmeâb'm söylediklerini anlatıyor:
"Bizim hilafetmeâblığımız artık kalmadı, Paşa, bir gecede apar, topar, hanedanımızın altı yüz sene hükümran olduğu bir memleketten kovulduk. Kim derdi ki, Fatihlerin, Yavuzların, Kanunîlerin torunları çamaşırlarını alamadan yolcu edilecekler!.." (Son Hâlife: O.G. Asıroğlu)
Sultan Vahdeddin, San Remo'da sıkıntı içinde kıvranıyordu, İkinci Abdülmecid Nis'te. Anlaşabilseler, Osmanlı İmparatorluğundan henüz ayrılmamış Suriye, Lübnan, Filistin ve Irak'ta, Selanik'te, Makedonya'da hanedan adına kayıtlı arazileri satıp maddi sıkıntıdan kurtulabilirler ama, bir türlü bunu sağlayamıyorlar, hikâyesi uzun...
24 Ağustos 1944. Paris'i işgal altında tutan Almanlar bugün şehri boşaltıyorlar. Paris tenhalaşıyor; Paris bir misafir nüfusunu da kaybediyor bugün. Bir daha asla göremeyeceği bir halife Türk'ü kaybeden Paris, herhalde Almanlardan kurtulmanın sevincini yaşarken Abdülmecid Efendi'nin ölümünün farkına bile varmamıştır.
Türkiye'de hanedana mensup bir tek canlı bırakılmamış, hepsi yurt dışına sürgün edilmişti. Hem maddi imkânsızlığın hem de manevi acıların kıskacında ayakta kalmaya çalışanlar ve bunu başaranlar af kanununu görmüştüler...
Türkiye'ye dönenler birer vatandaş olarak, dedelerinin fehtettikleri topraklarda misafir gibi yaşamaya alışıyorlar, vatan hasretini gideriyorlardı. Hiç birinin, hiçbir iddiası duyulmadı.
Osmanlı İmparatorluğu'nun yerini alan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne, belki hepimizden fazla onlar duâ ediyorlardır, ebedi yaşaması için... Vatansızlığın yüreklerine açtığı yara devamlı kanıyordu çünkü. Çünkü kim olduklarım unutmamanın, çocuklarına unutturmamanın ne denli zor olduğunu onlar biliyordu...
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt