Sevr (Sévres) Antlaşması

Sevr (Sévres) Antlaşması

Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki antlaşmalardan. Osmanlı Devleti'yle, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan arasında, 10 Ağustos 1920 tarihinde, Fransa’nın başşehri Paris’in Sévres kasabasında imzalandı.

Ekteki resimleri görmek için kayıt olmalısınız

Osmanlı sultanı Vahideddin Han (1918-1922) ile; İngiliz, Fransız ve İtalyan parlamentoları tarafından tasdik edilmediğinden hükümsüz kalmıştır. Yunanistan, tek taraflı kabul edip, yürürlüğe koymak istediyse de ordusu 9 Eylül 1922’de İzmir’den Ege Denizine dökülünce, arzusundan vazgeçmek zorunda kaldı.



Sevr Antlaşması, 10 Nisan 1915 tarihinde, Londra’da, Rusya-İngiltere-Fransa gizli antlaşmasına göre, Türkiye’nin paylaşılması esasına dayanıyordu. Fakat, Sevr’de, Bolşevik İhtilâli, iç harp ve Çarlığı destekleyen Avrupalı kuvvetlerle uğraşan Sovyet Rusya, dışarıda bırakıldı. Sovyet Rusya dışarıda bırakılınca, önceki gizli antlaşmalarda Rusya’nın payına düşen topraklar, yeniden paylaşıldı. Londra Antlaşması'nda Rusya’ya verilen Türk Boğazlarının, Sevr öncesi tertiplerle İngiltere, Fransa ve İtalya kontrolünde tutulması kararlaştırıldı. İtilaf devletlerinin hazırladıkları antlaşma metnini, Paris’te, 11 Mayıs 1920 tarihinde, Osmanlı Devleti temsilcisi eski sadrazam Tevfik Paşa okuyunca, “İstiklâlimize aykırıdır!” diyerek imzalamadı. Tevfik Paşa, antlaşma metnine itiraz cevabı yazıp, İstanbul’a döndü.



İstanbul’un işgalinden sonra, Osmanlı mebuslarının bir kısmı yakalanıp Malta’ya sürüldü, bir kısmı da Anadolu’da Millî Mücadeleye katıldığından, antlaşma metni, Mebuslar Meclisi'nden geçemiyordu. Sultan Vahideddin Han, antlaşma metnini, Türk İstiklâline aykırı bulduğundan, Mebuslar Meclisinden geçmediğini dünya kamuoyuna ilan edip, bütün baskılara rağmen tasdik etmedi. Yunanistan Meclisi, Sevr Antlaşmasını tasdik edip, yürürlüğe koymaya kalkıştı. Bunun üzerine, beşinci defa sadrazamlığa getirilen Damat Ferid Paşa; âyândan Hâdi Paşa, Filozof Rıza Tevfik ve Bern elçisi R. Halis beylerle Paris’e gidip, Sevr Antlaşmasını imzaladı. Ancak bu antlaşma, Osmanlı Sultanı Vahideddin Han ile İngiliz-Fransız-İtalyan parlamentolarınca tasdik edilmedi.



Dört yüz otuz üç madde ve on iki bölümden meydana gelen ve hiçbir zaman geçerli sayılmayan antlaşmanın hükümleri şunlardı:



1) İstanbul ile Boğazların ve Marmara’nın Anadolu kıyılarının tahkim edilmemesi ve buraların Karma Boğazlar Komisyonunca kontrolü; 2) Suriye ve Lübnan’ın Fransızlara; Arabistan, Yemen, Irak, Filistin’in İngiltere’ye; yine Mısır, Sudan ve Kıbrıs’ın İngiliz idâresine; Fas ve Tunus’un Fransa’ya bırakılması; 3) İzmir/Aydın vilâyetiyle Çatalca’dan batıya Doğu Trakya ve İmroz/Gökçeada ile Bozcaada dahil Yunanlılara; 4) Rize, Trabzon, Gümüşhane, Artvin, Kars, Ağrı, Van, Bitlis, Muş, Bingöl, Erzincan ve Erzurum’un Ermeniler’e; 5) Muğla ve Antalya’nın İtalya’ya verilip; Konya, Göller Bölgesi, Afyon ve Bursa’ya kadarki yerlerde de himaye hakkı tanınması; 6) Kapitülasyonların her devlete tanınması; 7) Osmanlı devlet borçlarının ödenmesi.
 
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
SON KONULAR
Lozan Barış Antlaşması bởi Talebe,
Büyük Taarruz bởi Talebe,
II. İnönü Savaşı bởi Talebe,
I. İnönü Savaşı bởi Talebe,
Düzenli Orduya Geçiş bởi Talebe,
Sevr Antlaşması

Böyle bir fevkalâde vaziyet karşısında padişah kanunu esasinin kendisine verdiği yetkiye dayanarak 22 Temmuz 1920 Perşembe günü Yıldız Sarayı’nın merasim salonunda Saltanat Şurası’nı topladı. Toplantıyı Sultan Vahdeddin bizzat açtı. Sadrazam Damad Ferit Paşa’nın beyanatından sonra Müşir Kâzım, Müşir Osman ve eski Mısır Fevkalade Komiseri Ayan’dan Rauf Paşalar barışın kabulünü zaruri gördüklerini söylediler. Son söz Saltanat Şurası’na bizzat başkanlık eden Sultan Vahideddin’e kalmıştı. O anı Tarık Mümtaz Göztepe şöyle nakletmektedir. “Taht ve tacının gittikçe artan sarsıntısını gözleriyle görür gibi olan Sultan Vahideddin’in benzi ölü gibi olmuştu. Ayağa kalktı ve tıpkı bir ölü dile gelmiş gibi şu sözleri söyledi. “Şu muahedeye imzalarını vazetmek (koymak) hususunu kabul edenlerin ayağa kalkmalarını rica ederim.” Saltanat Şurası bu teklif karşısında derhal irkildi ve tek cisim halinde hurra diye ayağa kalktı. Birçok ihtiyar ve emektar Müşirler, Vezirler, Nazırlar, eski sadrazam ve şeyhülislamlar, göğüslerini kavuşturmuşlar ve el bağlayarak bu idam fermanı önünde kadere rıza göstermişlerdi...Bir tek adam, sakalları diken diken olarak oturduğu koltuğa sımsıkı mıhlanmış ve yerinden kımıldamamıştı. O anda bütün Türk milletini şahsında temsil ettiğinde şüphe caiz olmayan bu tarihi zat, Topçu Ferik’i Ayan’dan Rıza Paşa idi.”

Saltanat Şurası’nın tek muhalif reye karşı ittifakla kabul ettiği antlaşmanın imzalanması ve Fransız Başvekiline verilmesi için Ayandan Birinci Ferit Hadi Paşa ile Ayandan Filozof Rıza Tevfik ve Bern Sefiri Halis Bey görevlendirildi.

Türkün öz vatanının nasıl parçalandığı ve Türk milletinin nasıl köleleştirmek istediğini çok açık bir şekilde ortaya koyan Sevr Antlaşması’nı şu şekilde özetlemek mümkündür.

1. Doğu Trakya Yunanistan’a veriliyor ve İzmir-Manisa-Ayvalık bölgesinin 5 yıl sonunda Yunanistan’a katılması için önlemler alınığyordu.

2. Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kuruluyor, sınırlarının belirlenmesi işini ise A.B.D. Cumhurbaşkanı Wilson’a bırakıyordu. Wilson daha sonra bu işe girişip “genişçe” sınırlar tespit etmiştir. Tirebolu, Gümüşhane, Erzincan, Muş, Bitlis ve bunların doğusu Ermenistan sayılmıştır.

3. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin Ermenistan’dan kalan yerlerinde özerk bir Kürdistan kurulacak, bu devlet isterse bağımsız olabilecekti.

4. Boğazlar (Güneyde Erdemit Körfezine kadar) ve Marmara kıyıları Boğazlar Komisyonu adındaki tüzel kişiliği olan uluslararası bir örgütün yönetimi altında olacaktı. Örgütün merkezi İstanbul olacak, bayrağı, polis kuvvetleri bulunacaktı. Antlaşma şartlarına uymak şartıyla, İstanbul Osmanlı Devleti’ne bırakılacak, padişah bu şehirde kalmak ve Osmanlı Devleti’nin başkenti olarak bulundurma hakkına sahip olacaktı. Ancak Osmanlı Hükümeti antlaşma şartlarına uymadığı taktirde İtilaf Devletleri, bu taahütlerini gözden geçirme hakkını ellerinde tutuyorlardı.

5. Antalya, Silifke, Niğde, Aksaray, Akşehir, Afyon, Balıkesir, Aydın ve Muğla İtalyan nüfuz bölgesi olacaktı.

6. Mardin, Urfa, Antep ve Ceyhan Fransız mandası altındaki Suriye’ye bırakılacak; Mersin, Adana, Maraş, Diyarbakır, Silvan, Elazığ, Arapkir, Sivas ve Tokat Fransız nüfuz bölgesi olacaktı.

7. Saray muhafızları dahil, Osmanlı silahlı kuvvetlerinin asker sayısı en çok 50 bin olabilecekti.

8. Kapitülasyonlar bu haktan daha önce faydalanmayan Avrupa devletlerini de kapsayacak şekilde genişletilecekti.

9. Fransız, İngiliz ve İtalyan temsilcilerinden bir Maliye Komisyonu oluşturulacaktı. Osmanlı bütçesi Komisyonun istediği gibi yapılacak, ülkenin maliyesi Komisyonunun denetiminde olacak, Komisyon sürümdeki para miktarını denetleyecek, Komisyonun kabul etmediği borçlanmalar yapılmayacak, ayrıcalıklar tanınmayacaktı.

10. Mondros Mütarekesi’nin 7. Maddesi yürürlükte kalacak yani İtilaf Devletleri gerektiğinde istedikleri noktaları işgal edebileceklerdi.

Sevr Türk toplumunun ruhsal yapısında ağır bir şok, bir darbe etkisi yaptı. Avrupa’nın ve Balkan milliyetçilerinin Türkleri siyaseten, hatta etnik varlık olarak Rumeli’den kovmak kararında olduğu sözle ve uygulamada çok kez anlatılmıştı. Zaten 1913’de Osmanlı Devleti’ne Rumeli’de Edirne’den başka bir yer kalmamıştı. Barış Antlaşmasıyla Doğu Trakya’da Türk egemenliğinin daha da kısıtlanması beklenebilirdi.

Sevr Türkleri Anadolu’dan da kovma sürecini başlatmıştı. Anadolu’da halk çoğunluğunun kimde olduğunu araştırma zahmetine hiç girmeden tarihsel miras noktasından hareketle, Sevr ile pek az Ermeni’nin yaşadığı bir Ermenistan, az Rum’lu bir Anadolu Yunanistan’ı ve Karadeniz’de Pontus’u oluşturabilmişlerdi. Orta Anadolu’nun da Yunanistan’a verilmeyeceğini kimse garanti edemezdi. Hatta uzun vadede garanti gibiydi. Emperyalizm’in sömürgeciliğin tarihinde, ağır haksızlıklar, baskılar, sömürüler ve hatta zulümler hep görülmüş, denenmiş uygulamalardandı. Ama sömürgecinin yerli halka “Buralar benimdir ve ben sizi burada istemiyorum, çekin gidin” demesine belki de ilk defa rastlanıyordu. Galip devletlerin bu yaklaşım tarzı Anadolu’da direnen Türk milletinin saflarını sıklaştırmasına önemli katkıları oldu ve Millî Mücadele’nin sonunda kazanılan büyük zaferle Sevr Türkün süngüsüyle yırtıldı.
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt