Konu Anlatımı Sevr Antlaşması

Sevr Antlaşması



Ocak 1919'da çalışmalarına başlayan Paris Barış Konferansı, Türkiye konusunda, galipler arasındaki çıkar çatışmaları yüzünden sonuca ulaşamıyordu. Avrupa sorunları çözülmüş olmasına ragmen Türkiye konusu çözülemedi.

Gizli antlaşmalar çerçevesinde Türkiye'yi paylaşma konusunda yapılan tartışmalar ve İtalya'nın İngiltere, ABD ve Fransa'ya karşı çıkması, gerginliği arttırmıştı. Batı Anadolu'ya Yunanlılar çıkınca, Türk Ulusu silahlı mücadeleye başlamıştı. Fakat bu olay İngilizlerin tutumunu değiştirmedi.

Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı'na Almanya yanında katılması, savaşı iki yıl uzatmıştı. İngilizler, Türk Cephelerinde 1,5 milyon insan kullanmışlardı. Milyonlarca İngiliz Sterlini zarara uğramışlardı. Fransızların da kayıpları, İngilizlerinki kadardı. Türklere bunun cezasını fazlasıyla ödetmek eğiliminde olan İngiltere, bir yandan bu öfke ve diğer yandan zaferi kazanmanın ve Orta Doğu politikasına tek başına egemen olabilmenin verdiği sarhoşluk ve ön yargılarının etkisiyle Türkiye sorununu çözmek istiyordu.

Anadolu'da başlayan Ulusal Mücadele, İngiliz politikasını değiştirmedi. Padişah, elde olduktan sonra istediklerini kolay kabul ettirebileceğini sanıyordu. Politikasını da bu biçimde programlamıştı. Fransa ve İtalya'nın karşı çıkmalarına rağmen programını değiştirmedi.

Ermenistan'ın kurulması, İngiliz güdümünde bir Kürdistan ve Trakya ile Batı Anadolu'nun Yunanistan'a verilmesinde ısrarlı olan İngiltere, İtalya ve Fransa'yı da Güney Anadolu Topraklarıyla tatmin etmek istiyordu. Avrupa Basını, Türkiye barışı konusunda, özellikle M. Kemal'in başlattığı savaşı eleştiriyor ve onu asi birisi olarak gösteriyordu. Sonunda mutlaka yenileceği ve teslim olacağı kanısı üstündü.

Ayrıca Barış Konferansı'na sunulan, Yunan, Ermeni ve Kürt istekleri, asılsız iddialara dayanmasına rağmen, basında destek görüyorlardı. M. Kemal Paşa, Türk Ulusu'nun sesini şu sözleriyle dünyaya duyuruyordu: "Gittiğimiz yol iman yoludur, biz on milyonluk küçük ve yorgun bir milletiz. Düşmanlarımız ise pek çoktur ve pek güçlüdür. Gerçi matematiksel düşünülecek olunursa yenmemiz zordur. Fakat bizde olan şey onlarda yoktur. Bizde inanç kuvveti vardır. Zaten bu mücadele de bir iman işidir. Biz düşmanlarımızın kuvvetine rağmen başarılı olacağız. Bizim programımızda, başka bir ulusun haklarına saldırı yoktur. Biz hakkımızı ve namusumuzu savunuyoruz ve savunacağız ve mutlaka başarılı olacagız."

Paris'te süren görüşmelere, 17 Haziran 1920'de katılan Damat Ferit, hazırladıkları metni Barış Konferansı'na verdi. Konferansta yaptığı konuşmada, Türkiye'nin Birinci Dünya Savaşı'na girmekle suç işlediğini, bu suçun İttihatçılara ait olduğunu ileri surüp, Ermenistan'ın kurulmasını görüşmeye hazır olduklarını, fakat Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasını kabul edemeyeceklerini, Arap Eyaletlerine özerklik verilebileceğini bildirdi.

Bu konuşması, Konferans Başkanı Clemenceau'yu kızdırdı ve sert davranmasına sebep oldu. Fakat İtilaf Devletleri, 22 Haziran'da Yunan Ordusu'nun elde ettiği başarı sebebiyle, Osmanlı Devleti'nin isteklerini reddetti. Damat Ferit'e verilen yanıtta, Türklerin yüzünden çok büyük kayıplara uğradıklarını, hazırladıkları metnin üzerinde hiçbir degişiklik yapmayacaklarını belirttiler. Barışı imzalamak veya reddetmek için, Osmanlı delegelerine 27 Temmuz'a kadar süre tanındı.

Barış Konferansı'nın kararlarının kesinlikle kabul edilmesini isteyen bu ültimatom karşısında TBMM, 18 Temmuz'da gizli bir toplantıda Misak-ı Milli sınırları içindeki vatan ve ulusu kurtarmak için and içti. Oysa Osmanlı Hükümeti, 20 Temmuz'da, anlasmanın imzalanmasını istiyordu.

Padişah, 22 Temmuz'da "Saltanat Şurası" nı toplayarak, kendisinin başkanlık ettiği toplantıda, anlaşmanın reddedilmesi halinde İtilaf Devletleri'nin yönetime el koyacağı, Anadolu'da savaşın büyüyeceği ve 700 yıllık Osmanlı Devleti'nin yokolacağı endişesiyle, Topçu Feriki Rıza Paşa dışında bütün heyeti, anlaşmayı imzalamaya ikna etti.

Rıza Tevfik ve Hadi Paşa anlaşmayı imzalamak üzere bir Fransız savaş gemisi ile Paris'e gönderildiler. Osmanlı delegeleri, hükümlerin yumuşatılması için Fransa'dan bir kez daha ricada bulundularsa da etkili olmadı. Anlaşma Paris'in Sevr (Se'vres) Kenti'nde, 10 Ağustos 1920 salı günü saat 16:00'da Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis Beyler tarafından imzalandı.

Sevr Antlaşması'nın Hükümleri

Osmanlı Devleti, İstanbul ve çevresi ile Anadolu'da küçük bir toprak parçasından ibaret olacak, fakat Osmanlılar, antlaşma hükümlerine saygı göstermezlerse ve uymazlarsa, İstanbul da ellerinden alınacak. Osmanlı sınırları, Trakya'da Midye'nin çok daha doğusundan başlayarak Büyük Çekmece Gölü'ne inecek, bu hattın batısında kalan Trakya, Yunanistan'a verilecekti. Güney sınırı ise, İskenderun Körfezi ile Antalya Körfezi arasında bulunan Karataş Burnu'ndan başlamak suretiyle Antep, Urfa ve Mardin'i dışta bırakarak Irak sınırına varacak.

Boğazlar, savaş zamanında bile bütün devletlerin gemilerine açık bulundurulacak ve özel bir bayrağı ve bütçesi olan bir Avrupa komisyonu tarafından kontrol edilecek.

İngiliz, Fransız, İtalyan ve Japonlardan kurulacak bir komisyonun adli kapitülasyonların yerine geçmek üzere, koyacağı bir usulü Osmanlılar kabul edecekler. Kapitülasyonlardan bütün müttefik uyrukları yararlanacak.

İngiliz, Fransız, İtalyan ve Osmanlılardan kurulacak bir komisyon, Türkiye'nin servetini düzenleyecek, bütçe üzerinde son sözü söyleyecek, Türk parasının cins ve miktarını belirleyecek ve bu komisyonun onayı olmadıkça Osmanlı Devleti iç ve dış borç alamayacak. Yıllık gelir, bu komisyon tarafından, komisyonun ve işgal kuvvetlerinin masrafları, savaş sırasında zarar görmüş olan Müttefik Uyruklarının zararları için ayrıldıktan sonra geri kalan, Osmanlılar için harcanacak. Osmanlı Üyeleri, bu komisyonda yalnızca danışman olarak bulunacak.

Azınlıklar, her derecede okul açabilecekler.

Türkiye'nin askeri kuvveti, 10.000'i jandarma olmak üzere 50.000 olacak ve top bulunmayacak. Subayların %15'ini Müttefik veya tarafsız devletler subayları oluşturacak, zorunlu askerlik hizmeti olmayacak.

Osmanlı Donanması sınırlı olacak, askeri uçak bulunmayacak. Türk Silahlı Kuvvetleri, Müttefik komisyonlarının kontrolünde olacak.

Antlaşmanın uygulanmaya başlamasından bir süre sonra Kürtler, Doğu Anadolu'da bağımsız bir kuruluş meydana getirmek isterlerse ve onların bu istekleri "Cemiyet-i Akvam" tarafından kabul edilip, Osmanlılara tavsiye edilirse Osmanlılar, bu tavsiyeyi yerine getireceklerdir.

Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon İllerinin bulunduğu alanda, bir Ermenistan Devleti kurulacak, sınırlarının tayini Amerika Birleşik Devletleri Başkanı'nın hakemliğine bırakılacak.

Hicaz, bağımsız bir devlet olacak, Osmanlılar, Mısır üzerindeki bütün haklarından vazgeçecek, Suriye, Irak ve Filistin için alınan bütün kararları da kabul edecek.

Oniki Ada İtalyanlara, Akdeniz'deki diğer adalar da Yunanlılara bırakılacak.

İzmir, Türk Egemenliği'nde kalacak, fakat Osmanlı Devleti, egemenlik haklarını Yunanistan'a bırakacak, İzmir Kalelerinden birinde Türk Bayrağı dalgalanacak.

Ayrıca Suriye Fransa'ya ve Irak İngiltere'ye veriliyordu. Sevr, ölü doğan bir antlaşma oldu. Türkiye'yi parçalayan ve Türk Ulusu'nun bağımsızlığını yokedip kölelik durumuna düşüren bu antlaşma, TBMM'nin direnç ve inancını arttırdı. Bu antlaşmanın Anadolu'da Ulusal Mücadele İradesi'ne kabul ettirilmesi ise olanaksızdı.

İtilaf Devletleri, işledikleri tarihi yanılgıyı bir sure sonra göreceklerdi. TBMM, bu antlaşmayı hiç dikkate almadan Türk Ulusu'nun bağımsızlığını ve Misak-i Milli'yi silahının gücüyle kabul ettirmek için mücadelesine devam etti.

Bu sırada Yunanlılar Gediz'i ve 21 Ağustos'ta da Uşak'ı işgal ettiler. Afyon ve Eskişehir'in kaybedileceği tehlikesinin ortaya çıkması üzerine Ankara'nın boşaltılıp, Sivas'a taşınması konusunda K. Karabekir ve Ali Fuat Paşalar'a düşünceleri soruldu. Her iki komutan da Ankara'nın boşaltılmasına karşı çıktılar.

Ankara ve çevre illerde, ulusal heyecanın artması, Ankara'nın boşaltılması önerilerini ortadan kaldırdı. Fransız Basını, anlaşma konusunda iyi ve kötü olduğuna dair iki görüşü yansıtıyordu. Kamuoyu, Türkiye konusuna önem vermeye başladı. Türkler'in haklarının ve uluslar prensiplerinin çiğnendiği belirtiliyor ve Türkiye'nin cezalandırılması hoş görülmüyordu. Ayrıca bu anlaşmanın, Fransa'nın çıkarlarına da uygun olmadığı görüşü de güç kazandı.
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt