Dördüncü Mustafa

DÖRDÜNCÜ MUSTAFA

(29 Mayıs 1807 – 29 Temmuz 1808)



Ekteki resimleri görmek için kayıt olmalısınız


Birinci Abdülhâmid'in Nüket Seza isimli kadınından 1779 senesinde dünyaya gelmişti. Üçüncü Selim de tahta geçtiği zaman bu yaştaydı. 18 sene hüküm sürerek kocadı. Yapmaya çalıştığı işlerin altında ezildi. Gücü ellerinde bulunduranların kafasını değiştirmeden, düzeni değiştirmenin mümkün olmadığını, belki anlamıştı ama tahtı altından kayıp gitmişti. Şimdi o tahta amcası I. Abdülhâmid'in oğlu Dördüncü Mustafa oturuyor. Onu bekleyen zorluklar, III. Selim'e göre daha az değildir. Saltanatı borçlu olduğu bir takım zorba ve o zorbalara yön çizen zorba başılar, devlet ipini elinde tutmak isteyeceklerdi. Sultan Mustafa, Sultan Selim'e zulmeden Köse Musa Paşa ile Şeyhülislam Topal Ataullah Efendi'yi nasıl idare edecekti?
"Dördüncü Mustafa zekâca zayıf sayılırsa da, çok kurnaz ve o nispette de haris olduğu muhakkaktır." Kendisine evladı gibi bakan Pâdişâha karşı ihtilalcilerle işbirliğine girmesi ayıplarından biridir. "III. Selim ve Nizam-ı Cedid'e cephe almış olması affedilemez." Tarih de affetmeyecek onu, içinde bulunduğu şartlar da... III. Selim gibi akıllı bir adam bile etrafına toplayacağı devlet umuru çekecek devletliler bulamayıp yalnız kalırken, Sultan Mustafa'nın işi tabii ki çok zor olacaktı.
Zorluklardan ilki cülusunun ikinci günü önüne dikildi. İhtilâl yapıp, onu pâdişâh tayin edenler, hayatlarını garantiye almak istiyorlardı. Biliyorlardı ki, yeni hükümdarın ilk işi eski hükümdarı devirenleri yok etmek olur, çaresi; bir "hüccet" almaktır. İsteklerini sıralayıp, ulemaya bir hüccet yazdırırlar; buna göre, devlet adamlarından bazıları III. Selim'i kandırıp, Nizam-ı Cedit'i kurdurmuşlar, bunun yüzünden konan vergiler, bunlara yapılan masraflar memleketi fakir düşürmüş. Kâfirleri taklit ederek yapılanlar milletin dinî inançlarına uymamış, bu durum karşısında ocak ağalan bazı devlet adamlarıyla ve ulema ile anlaşarak kanun ve şeriat dairesinde saltanat değişikliği yapmışlar. Yapılan bu işten kimse sorumlu değildir.
Âsiler canları korkusundan böyle bir güvence isterken, bulundukları durum itibariyle haklıydılar. Pâdişâhın da bir garantiye ihtiyacı olması normaldir. Mademki bir önceki pâdişâha yaptıklarından dolayı yeniçeriler kabahatli sayılmayacak, karşı istek de en az bunun kıvamında olmalıydı. Dördüncü Mustafa hüccetin üstüne yazdığı Hattı Hümâyun'da "Bundan sonra cüz'i ve küllî umur-ı saltanatı seniyeme müdâhale etmeyip, ecdad-ı izamım zamanlarında olduğu gibi, her bir hususta emru fermân-ı şahaneme inkıyad ve mutâvâtu üzre olunacaktır" dedi. Eğer böyle olursa iki taraf da birbirinden memnun yaşayacaktı. Sultan Mustafa hücceti tasdik ettikten sonra, bir nüshası Bab-ı Âli'de kaldı, diğeri Yeniçeri Ocağına teslim edildi. (Bir buçuk asır sonra Türkiye Cumhuriyeti aynı hallere aşina olacaktır.)
İsyancılar böyle bir anlaşma ile dokunulmazlık sağladıktan sonra, kendilerine yeni makamlar tanzim ettiler.
Kabakçı Mustafa "Turnacıbaşı" rütbesiyle Boğazın Rumeli kale ve tabyaları kumandanlığına getirildi. İhtilâlin hain siması Kaymakam Köse Musa Paşa bir müddet fırsattan istifade ile şunu bunu haraca kestikten sonra Bursa'ya sürüldü.
İbrahim Hilmi Paşa sadâretten azl edildi. Çelebi Mustafa Paşa Sadrâzam ve Serdar-ı Ekrem oldu.
"İki yıla yakın bir zamandır devam eden ve Türkiye'nin aleyhine gelişen Türk Rus savaşı 25 Ağustosta bir mütareke yapılarak bir yıl için durduruldu."
Osmanlı-Rus Harbi 8 ay, 4 gün devam etmiş, Rusya Napolyon'un baskısıyla sulh yapmaya mecbur olmuştu.
14 Eylül 1808'de İngilizler İskenderiye'den çekildiler. "Bu tarihe kadar Mısır gümrükleri İstanbul’dan idare edildiği halde, Mehmet Ali'nin, İskenderiye'yi harben teslim alması üzerine gümrükler de kendisine bırakılmış ve Mısır valisi muhtariyete doğru mühim bir adım atmıştır."
Sultan Dördüncü Mustafa bu kadar hareketli geçen günler arasında acaba Padişahlığının farkına varabiliyor muydu? Memleketine bir şeyler yapabilmek için hayal kurabiliyor muydu? Yoksa bu bulanık havada hiçbir şey görememenin üzüntüsünü mü yaşıyordu.
Üçüncü Selim'in hal'inde dahli olanlardan Şeyhülislâm Ataullah Efendi azledilip, o makama Samanı Zade Ömer Hulusi Efendi atandı ise de, ihtilalin kuvvetli adamlarının el altından çabaları ile Yeniçeri subayları, edep perdesini yırtarak Ataullah Efendi'nin yine eski yerine getirilmesini isteyip, bu isteklerinde ayak direyince, ister istemez, ertesi günü meşihat makamında bırakıldı."
İhtilalciler bir hüccetle kendilerine dokunulmamasını sağlarlarken hükümet işlerine karışmama garantisi vermişlerdi; ama siyasetten bir türlü ellerini çekemiyorlar. Ataullah Efendi vazifesinde kalınca Köse Musa Paşanın ikinci defa Sadâret Kaymakamlığı vazifesine tayinini yaptırıp eski günlere döndüler, fakat bu sevinç de fazla sürecek değildi!
Sultan Mustafa Osmanlı tahtında oturuyor; nasıl oturuyor, neler yapıyor? Tarih kitapları onunla ilgili bilgiler vermez; zamanı, onun etrafında gelişen olaylarla anlatılır. Kısa saltanatı sırasında, en öne çıkan isim Alemdar Mustafa Paşadır: Renkli bir simadır bu paşa. Biraz ona bakalım.

Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa

Bir Yeniçeri olan Mustafa Rusçuk'ludur. "Rusçuk Bulgaristan'da bir kaza merkezi ve Tuna üzerinde bir liman"
Osmanlı Cihan Devleti'nin küçücük bir parçası olan bu şehirde doğan Mustafa, burada büyür asker olur, devletine hizmet için savaşır. "1768–1774 Osmanlı-Rus Harbi'nde bölüğünün bayrağını/sancağını taşıdığı için, böyle ünlenir."
Daha önce kısaca geçmiştik; Rusçuk Ayanı Terseniklioğlu öldürülmüş, Mustafa Ağa onun yerine Rusçuk ayanı olmuştur. (24 Haziran 1806) Ruslara karşı kazandığı başarılar devlet tarafından takdir edilip, vezirlik rütbesiyle mükâfatlandırılmış, artık onun adı Alemdar Mustafa Paşa'dır. Okuma-yazma bilmemesi meziyetlerini ortadan kaldırmıyordu. Mert, dürüst, açık sözlü, cesur, devletine bağlı, üstelik yeni fikirlere de açıktı. Bilgisinin kıtlığını bildiği için, bilgililere önem verip onlardan istifade etmeye çalışıyordu. Üçüncü Selim'e ölümüne bağlı idi. Onun Nizam-ı Cedid'ini benimsemiş, uğradığı haksızlığa içerlemişti. İstanbul'da sıkıntıya düşen, belli başlı Nizam-ı Ceditçiler Rusçuğa sığınıyorlardı. Nizam-ı Cedit aşkıyla önemli vazifelerde bulunan, malum neticeden sonra Alemdar'a sığınan Galip, Refik, Ramiz, Behiç, Tahsin Efendiler, Rusçuk Yaranı olarak anılmaya başlamışlardı. Alemdar Mustafa Paşa ile plânlar hazırlayıp tatbikata koyacaklar, Üçüncü Selim'i tekrar tahta oturtacaklar.
Peki! Bu iş nasıl olacak? Alemdar İstanbul'a nasıl gelecek? "Cebren İstanbul'a yürüse büyük ölçüde kan döküleceği gibi, Üçüncü Selim de katledileceği için, maksat gerçekleşmezdi."
Burada, bilgisi fazla olmayan, aklı ince işlere -şeytanlığa- ermeyen Alemdar, diğer Rusçuk yaranı ile fikir yürüterek yol bulmaya çalışır. Varılan karar neticesi:
— "Önce Refik Efendi, sonra Behiç Efendi İstanbul'a gelip, devlet yöneticilerinin yakınları olan kişilerin içlerine girip, İstanbul zorbalarının devlet işlerine burunlarını soktukları, Zat-ı Şahanenin (hükümdarın) bir Şeyhülislâmı görevinden atacak gücü (N. Vukuat) olmadığı, devlete bağlı kişilerin kan ağladığı, bütün bunlara Alemdar Paşanın çok üzüldüğü, anlatıldıktan sonra. Eğer Padişah isterse Alemdar Mustafa Paşa gelip eşkıyaya haddini bildirmeye hazırdır" denecek.
Tespit edilen program dahilinde birer birer İstanbul'a gelen Üçüncü Selim taraftarı Alemdar Mustafa Paşa'nın adamları, vazifelerini bi hakkın yaptılar. Hiç kimsenin hiçbir şeyden şüpheleri olmadı.
Pâdişâh Dördüncü Mustafa'ya yakınlığı olan insanlara, Sultan Selim'in öldürülmesini bile taahhüd ederek baykuş yüreklerini, can alacak yerlerinden aptal aldatan yemlerle avlayıp kendilerine bağladılar.
Bir taraftan Pâdişâh yakınları Alemdar'ın iyi niyetine inandırılırken, diğer yandan da Vezir-i âzam Çelebi Mustafa Paşa ikna ediliyordu. Edirne'de bulunan Vezir-i âzamın izni olmadan, Alemdar'ın ordu ile İstanbul'a gelmesi olacak iş değildir. İşler konulan plân dahilinde yürürken Kapdan-ı Derya Seyyid Ali Paşa da Alemdar tarafına geçer.
Pâdişâh, Alemdar'm Şeyhülislam Ataullah Efendi ile Kabakçı Mustafa'yı cezalandırmak istediğine, hatta Üçüncü Selim'i öldürebileceğine inandırılmıştı. İstanbul'a gelmesine müsaade etti.
Sadrâzamın da gönlü yapılmış, Alemdar'ın, Pâdişâhın saltanatına yardımcı olmak için İstanbul'a gitmek isteyişi, kafasına yatmıştı. Rusçuk'tan 16.000 askeriyle Edirne'ye gelen Alemdar, bu kalabalığı ile biraz ürküntü vermektedir. Eskiden aralarının hoş olmamasına rağmen, Alemdar'ın Sultan Mustafa'ya bağlılığına inandırılan Sadrâzam, Ramiz ve Refik Efendilerin peşindedir; onlar da bu işlerin nasıl yürüdüğünü iyi bildiklerinden, ikisini dost etmeyi becermişlerdi:
Şimdi, bütün mesele İstanbul’a gitmekte. Padişaha sorulan meselelerin çabuk netice vermediği, ama, onun orduyu İstanbul'a istediği; Serdar-ı Ekreme, Alemdar'ın adamları tarafından anlatılıyordu. Rusya ile yapılan mütarekenin Edirne'de ordunun kalmasına lüzum bırakmadığı, beyhude masrafların devlete yük olduğu, bir an evvel İstanbul'a gitmenin Pâdişâhı da sevindireceği Sadrazamın kafasına yerleştirilmişti. "Sulh olursa ne ala, savaş olursa İstanbul'da hazırlık yapılır."
Birkaç gün içerisinde İstanbul'a gi¬mek için karar verilince, Alemdar, "Öyle ise ben de beraber geleyim, efendimizin yüzünü göreyim ve ayaklarına yüz süreyim." diyor. Alemdarın destekçileri "çok iyi olacağını, söyleyince, Sadrâzam itiraz etmiyor ve beraber yola düşüyorlar." (14 Temmuz 1808)
"Ordunun hareketinden evvel Alemdar Mustafa Paşa, Boğaz Nazırı Kabakçı Mustafa'nın idamı için Boğazhisarı âyânı Hacı Ali'yi bir miktar süvari ile doğru Karadeniz Boğazındaki Rumeli Feneri kalesine göndermişti."
"Boğaz Nazırlığında bulunduğu için Rumeli Fenerinde oturan Kabakçı, 13 Temmuz Çarşamba gecesi sabaha karşı evinde muhasara edilmiş, Hacı Ali Ağa hareme girip Âsim Efendiye göre zifaf neşesi içinde bulunan Kabakçı'nın kafasını kesmiş ve ordu Çorlu Konağına geldiği sırada Alemdar'a yetiştirmiştir."
Kabakçı'nın idamı büyük şaşkınlığa sebebiyet vermiş, Boğaz yamakları, reislerinin ortadan kaldırılışına isyan ederek; Bâb-ı Âli'ye yürüyüp; bu işin kim tarafından yapıldığını, yaptırıldığını öğrenmek istemeleri heyecan dalgasının genişlemesine sebep olmuştu. Bâb-ı Âli'nin haberi yoktu. "Tahkik olunsun" diye emir verilir. Yeniçeriler de merak içerisindeler ama beklemeyi tercih ederler. Yamaklar o kadar sabırlı olamazlar. Fener kalesini kuşatırlar, derken top tüfek sesleri yükselir. İstanbullular olanların farkında değildir.
"Kabakçı'nın kuvveti dünyayı titretirken bu adamlar ondan çekinmeden nasıl gelebilmişler, buraları bilinmiyordu. Bu yüzden de olaya herkes başka bir mânâ veriyor; kimi bu olayın hemen peşinden devletçe zorbalara hücum emri verilmişse bu emir Yeniçerilerin infialine sebep olmaz mı? Kimi de Sultana karşı çıkan ve isyana öncülük edenler sonunda belasını bulmaz mı? diye çeşitli boş dedikodular yapıyorlardı. Halk böyle şeylerle meşgulken Bağdad'lı Hacı Ali Ağa gelip, ordu ile Alemdar Paşanın İstanbul'a gelmekte olduğunu haber verdi. Gece karanlık bastıktan sonra Şeyhülislam ve Kaymakam Paşa saraya davet edilerek durum bildirilince, beklenmedik bu haber ikisinin de akıllarını başlarından aldığı için (kendi kendilerine böyle bir harekete cesaret etmeleri çeşitli zararlar doğurur, fakat izni Pâdişâhı ile olmuş ise ona bir diyecek yoktur.) diye Pâdişâhın izni olup olmadığını sormaları üzerine saf Pâdişâh başta Behiç Efendinin İstanbul'a gelişinde telkin ve öğretildiği gibi izin yazmadım diye yemin ederek onları ikna ettikten sonra (yarın ulema, Yeniçerinin büyükleri ile Sekbanbaşı ve diğer vükelâ davet edilerek yapılacak toplantıda ne karar verilirse bana bildirilsin.) diye emretti.
19 Temmuzda İstanbul'da İncirli Çiftliği'ne gelen Serdar'la Alemdar'ı karşılamaya, Şeyhülislâm'la devlet erkanı gittiler. "Pâdişâh da Sancağı Şerifi İncirli ile Davutpaşa arasındaki Kırk Kavak mevkiinde karşılamıştır." Alemdar'ın bundan sonra yaşayacağı her an önemlidir ve enteresan sahnelerle doludur. Kendisi resmiyetten anlamayan bir dağ adamıdır, uyulacak kuralları yakınları telkin eder, o da becerebildiği nisbetle uyar. İncirli Çiftliğine "hoşgeldin" ziyareti için gelen Şeyhülislam Efendi ile karşılaşmaları ve aralarında geçen konuşmalar bir yanıyla hoştur amma, diğer yanıyla acı. Koskoca bir Devlet-i Âliyye'nin en önemli mevkilerinde bulunan insanların durumunu, dolayısıyla devletin durumunu göstermesi bakımından üzüntü vericidir. Pâdişâhın acziyeti de bunlara ilave edilince, muhatabımız devletlerin başında bulunanlarla mukayese edip ağlasak yeridir.
Alemdar, ziyaretine gelen Şeyhülislâmı, Köse Kethüda'nın teşvikiyle çadırından çıkıp dışarıda karşılar ve "Buyurun Efendi, buyurun sizler hem başı büyük hem işi büyük zümredensiniz, size itibar göstermeye herkes mecburdur" diyerek, çekingen davranan Şeyhülislâmı başköşeye oturtur. Başı büyük sözünden rahatsız olan Şeyhülislamın yüzü renkten renge girer.
Pâdişâhla karşılaşılınca, önce Serdâr-ı Ekrem tarafından ayak öpülür, sonra Alemdar tarafından. Burada, Rusçuk yaranından Râmiz Efendi Alemdar'a Sultan Mustafa'yı tevkif etmesini teklif eder, "Mertliğe mugayir"dir diye reddeder Alemdar Paşa. "İşte bu mükemmel fırsatın kaçırılması zavallı Sultan Selim'in felaketine sebep olmuştur."
Alemdar'ın şehre girişi 21 Temmuz Perşembe günüdür. Merhum Ahmed Cevdet Paşa'dan dinleyelim. Tarihi Cevdet'te diyor ki:
"Kabakçı'nın idamına isyan eden yamaklar, işin Alemdar tarafından yaptırıldığını öğrenince, niçin idam edildiğini bile soramadılar. Kedi gibi halkın yüzüne atılan yamaklar kedi görmüş fareye döndü. Köpek gibi, sokaklarda namuslu kimseleri bıktıran zorbalar kuzu gibi uslu oldu. Bu sebeple halk huzura kavuştu. Zira Alemdar Paşanın öteden beri gözü pek ve şiddet taraftarı olduğu Tuna boyunda büyük küçük herkes tarafından biliniyordu. Böyle ansızın kalabalık bir askerle istila eder gibi İstanbul'a girince halkı korku ve dehşet kapladı. İstanbul'da kurt ile kuzu beraber gezmeye başladı. Kimse devlet işine karışmak şöyle dursun ne olacak diye sormaktan bile çekiniyordu."
Alemdar Paşa ve askerlerinin İstanbul'da estirdiği hava bu. Alemdar, devletin görev verdiği, yetki verdiği bir devlet adamı ama, bu görevi de yetkiyi de nasıl kullanacağı merak konusudur. Nizami de olabilir, tersi de. Daha doğrusu; belirli nizamlarla arası hoş değildir, içinden nasıl gelirse öyle hareket eder. İşte herkesi ürküten mesele! Acaba ne yapacak?
Alemdar Mustafa Paşanın arzusu ise Üçüncü Selim'i yeniden tahta geçirip, eski nizamı tesis etmek, sonu nereye varır? Orasını Allah bilir!
Alemdar, kalabalık Rumeli askerleriyle Bâb-ı Âli'ye gelip Sadrâzamla görüşür. Topal Ataullah'ı Şeyhülislamlıktan azlettirir, yerine Arab zade Arif Efendi getirilir. Bir iki gün içinde, Üçüncü Selim'in azlinde rolü olanlar görevlerinden uzaklaştırılıp, zorbalar iyice sindirilir. Bir hafta hiç bir iş yapmadan vakit geçiren Alemdar'a Sadrâzam Çelebi Mustafa Paşa, yaptığı hizmetler için teşekkür edip, artık Rusçuk'a dönebileceğini, söyler. Alemdar 28 Temmuz Perşembe sabahı 15 binden fazla askeriyle Bâb-ı Âliyi basar. Vezir-i âzam "Çelebi Mustafa Paşa'ya küfür, beddua, hışım ve kinle (bre herif Mührü Hümayunu ver) der demez Çelebi Mustafa Paşa kendini kaybederek titrek elini kah cebine, kah koltuğunun altına götürerek nihayet Mührü Hümayunu çıkarıp teslim eder."
Alemdar Mührü Hümayunu aldıktan sonra Mustafa Paşayı çıplak bir beygire bindirip Çırpıcı Karargahına gönderdi.
Bundan sonra Alemdar'ın yapacağı iş, Üçüncü Selim'i kurtarmaktı. Şeyhülislâm Arapzâde Arif Efendi'ye: Ulemâ, ricali devlet ve Rumeli ağaları ve Anadolu hânedanları Sultan Selim Han Efendimizin cülusunu istiyorlar; bunu Sultan Mustafa'ya haber ver" dedi. Sultan Mustafa tahttan çekilmek istemedi. Alemdar bunun üzerine kuvvet kullanmaya karar verdi. Saray kapısının kırılmasına başlandı."

Üçüncü Selim'in Öldürülüşü (28 Temmuz 1808)

İsmail Hami Danişmend; bir, sancağı şerifi karşılamaya geldiğinde Dördüncü Mustafa'yı tevkif etmeyişine; bir de, burada yaptığı hataya hayıflanarak Alemdar'a buğz eder. "Bab-üs selâm" denilen Orta Kapudan içeri girerek Kubbe altına kadar ilerlemiş, Kızlar Ağası Küçük Mercan Ağayı işte oraya çağırtıp, Arap zade ile beraber hem meseleyi Sultan Mustafa'ya tebliğ etmiye, hem Sultan Selim'i dışarı getirmiye göndermiş ve cehaletiyle saflığından dolayı en büyük gafletini işte burada göstererek. "Bab-üs saâde" yahut "Ak Ağalar Kapusu" denilen üçüncü kapıyı tutmamıştır.
Sultan Mustafa'ya hiçbir şans tanımayacak durumda iken fırsatı kullanamayan Alemdar, sonunda kendisi de vicdan azabından kahrolacaktır amma iş işten geçmiştir. Sultan Mustafa İç kapuyu kapattırır ve amcası Üçüncü Selim ile kardeşi Şehzade Mahmud'un idamlarını emreder. Şayet bu iki idam gerçekleşir ise kendisine kimse dokunamayacak, çünkü tahta geçirilecek başka şehzade yoktur: "Bu emrin icrasını deruhte edecek Baş-çuhadar Gürcü Kölesi Abdülfettah, Hazine Kethüdası Sırp Köle Ebe-Selim, Hazine Vekili Zenci Nezir, Baş Emirâhur Deli Eyuboğlu Kör Mehmed, Tebdil Hasekisi Bağdadh Hacı Ali ve Bostancı Deli Mustafa ismindeki dönme ve devşirme hainler, yirmi kadar Sandalcı ve Bostancı ile derhal Sultan Selim'in dairesine saldırmış."
Bir rivayete göre ibadetle meşgulken, bir rivayete göre de ney çalarken hainlerin saldırısına uğrayan Üçüncü Selim'in yanında karısı Refet Kadın Efendi ile iki cariye vardı. Pakize adlı cariye yardıma çalışırken ellerinden kılıçla yaralanır, diğer cariye korkudan bayılır. Kadın Efendi bir darbeyle sedire yığılır kalır. "Silahsız olmasına rağmen III. Mustafa'nın oğlu kendisini cesaretle müdafaa eder. Katillerinin çoğunu yere serer. Fakat Nizam-ı Cedit çalışmalarında olduğu gibi, hayatının son dakikalarını müdafaada da yalnız kalmıştı."
İki saat kadar mücadele ettikten sonra, sağ şakağının derisini sakalıyla beraber çenesine indiren bir kılıç hayatına son verir. Bu arada Şehzade Mahmud'un hayatı kurtulur.
Alemdar Mustafa Paşa Üçüncü Selim'in cesediyle karşılaşınca "ciğeri parçalanmış, gözleri dolu dolu olarak (Vay efendim ben seni tahta çıkarmak için bu kadar yoldan koşarak gelmişken, şu gözlerim seni bu halde mi görecekti! Şu Enderun halkı dedikleri hainlerin hepsini öldürerek intikam alayım" deyip cesede sarılarak hıçkırıklarla ağlamış.
Üçüncü Selim 47. yaşının içinde iken şehid edilmişti. (29 Temmuz 1808 Perşembe)

Üçüncü Selim'in şehadetinden sonra çıkan bir şiiri:

Cümbüşünden duyarız vaz-ı sitem pişesini
Biz feragatle fakat meşgaleden mesruruz

Milletü devlete layık mı bu vaz'ı nâsöz
Bunun encamını tefhime Selim, mecburuz...

Sultan Mustafa'nın ve Alemdar'ın sonlarını II. Mahmud'un saltanatında göreceğiz.
 
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Dördüncü Murat bởi Tarih Öğretmeni,
Birinci Mustafa bởi Tarih Öğretmeni,
III. Mustafa bởi Tarih Öğretmeni,
İkinci Mustafa bởi Tarih Öğretmeni,

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt