Beşinci Murat

BEŞİNCİ MURAT

(30 Mayıs 1876 – 31 Ağustos 1876)


Ekteki resimleri görmek için kayıt olmalısınız


Tabiatta boşluk olmaz da tahtta olur mu hiç? Sultan Aziz'in işi bitmeden, Murad Efendi, Beşinci Murad olarak pâdişâh ilân edildi. Sultan Abdülmecid'in Şevk-Efza Kadınefendi'den doğan oğlu, Abdülaziz Han'ın yeğeni oluyordu. Fatih'in koyduğu kural Birinci Ahmed tarafından kaldırılmış olmasaydı bir önceki pâdişâh kendisi olacaktı. Abdülaziz, Hanedanın en büyük erkeği olduğu için tahta geçmişti. Murad Efendi, belki de, daha erken pâdişâh olamadığı için, amcasından gördüğü iyi muameleye rağmen ölmesini beklemek istememiş, ihtilâlcilere maddi destek sağlamıştı. Ve bir seher vakti titreyerek tahta oturdu.
Sakin, sevimli, nazik ve hassas olduğu söylenen Sultan Murad, Gerdankıran Ömer Efendi'den nesir ve nazım dersleri almış, Edhem Paşa ile Kemâl Paşa'dan ve Gardet isimli birinden Fransızca öğrenmiye çalışmış. Yine yabancı hocalardan piyano dersleri almış. İyi piyano çalan, besteler yapan, okumayı seven, zamanında makbul sayılan bilgilerle mücehhez idi.
Babasının Batı hayranlığının büyük oranda tesiri herhalde inkar edilemez. Şehzade Murad Efendi iken iyi bir Türk Şehzadesi olmasından ziyâde, iyi bir Fransız prensi gibi yetişmesine önem verildi.
Murad, aldığı eğitim ve kültüre muvazi çevre yaptı. Fransız, İngiliz, Rus ve belki daha başka millet ve memleket hayranlarının devletin en üst basamaklarında cirit attıkları senelerde büyüyen Murad, onlardan birçok dost kazandı. Kabahat hiç birinci şahıslarda görülmez ya. Şehzade Murad'ın içkiye müptela oluşu, edindiği yaramaz arkadaşları yüzündendir denir. Ayrıca, çok sevgili amcasının devrilmesinde emeği geçenler, Şehzade Murad'ın parasıyla beslenmişti, denir. İçkiyi, bulunduğu mevkiye, mensubu olduğu hanedana yakıştırılamayacak derecede fazla kaçırması da kötü arkadaşlarının suçu sayılır. İkisi de şehzade iken Abdülhâmid küçüktü ve Veliahd Şehzade Murad idi. Boşalacak taht önce Murad'la dolacaktı. O tahta hazırlanması gerekirdi fakat İkinci Bekri olma yolunda gidiyordu. İçki dostlarından memnun olmayan Şehzade Abdülhâmid Efendi, ağabeyi Murad Efendi'yle bu hale getirenlerden şikâyetçiydi. Hatta, bugün sabahlara kadar Murad Efendi'yi beraber olan Kemal Bey'e Abdülhâmid rica ediyor; "kardeşimin manen ölümüne sebep olacaksınız" diyor. Sabahlara kadar süren içkili sohbetlerin mihverinde Sultan Aziz'in hal işi olduğu malûm. Murad Efendi'nin arkadaşlarının Yeni Osmanlılar ağırlıklı olduğu da biliniyor.
Yaşayışı uymadığı gibi, kendisine taht yolunu açanın, ona davranışı da uygunsuzdu. Dünyanın en ağırbaşlı, en kuralcı devletine baş olan insan mevkiine götüren Hüseyin Avni Paşa, içinde bulunduğu arabadan inmeye lüzum görmeden "buyurun" deyip yanına almıştı. Daha başlangıçta, amcasının iktidarında yaşadığı günleri mumla arayacağı belli olmuştu. "Murad Efendi arabaya binince, bir rivayete göre Hüseyin Avni Paşa kendisine tabancasını verip:
"Eğer hayatınız tehlikede kalırsa bu tabanca ile evvelâ bu kulunuzu öldürünüz! diye bir şey söylemiş." Tabanca meselesi bir başkası tarafından ortaya atılmış gibi de gösterilir. Öyle de, böyle de olsa tahta oturmaya giderken 36 yaşındaki Murad Efendi huzurlu değildi ve asla da huzur içinde olamayacaktı.
Amcası ile beraber 1867'de Avrupa seyahatine çıktığında, oraların kültürüne kendisini kaptırdığı ve bu merakının sonunda Fran-Mason teşkilâtına girdiği iddia edilir. "Murad Efendi Mason'du. Abdülaziz tahta çıkmadan Mason biraderler arasına karışmış bulunuyordu. Çünkü babasının son saltanat yılında yani 1861'de bir numaralı karbonari vantına girmiştir. Ve tabi Karbonari olunca Mason da oluvermişti." (Komitacılar, 412. sf.)
Sultan Murad'ın fazla içki kullandığı için sinirlerinin bozulduğu da söylenir, amma, "Sultan Murad Han sofrada iken kurenasından biri bu vaka-i faciayı (Sultan Aziz'in öldürülmesi) kendisine hikâye ettikte yevmi hal-i cülusun te'siri dehşetiyle dûçân za'fü fütur olan şuuruna birden bire halel gelmiştir." (Tezakir)
İşte böyle, amcasının feci sonuna dayanamayan Sultan Murad "Cinnet buhranına uğramıştır." Hem de çiçeği burnunda pâdişâh iken.
Sultan Beşinci Murad'ın, daha cülus günü yarınları için kesin işaretleri verdiği de anlatılıyor, deniyor ki: Biat merasimi yapılırken, komikliğiyle meşhur Vehbi Molla'yı karşısında görünce, güldürücü bir fıkrayı hatırlamışcasına aşırı tebessüme başladı. Patriklerle öbür ruhanîlerin hareketleri, davranışım büsbütün ciddiyetten uzaklaştırdı, fevri olarak yerinden çekilmek istedi. Merasim boyunca taşıdığı hal, şimdiye kadar yaşanmışlardan değildi. Seyredenler de, saltanatın bununla devam edemeyeceği, Hâmid Efendi'nin hazırlanması fikri doğmuştu. Deli olsa da, pâdişâhtı. Güç ondaydı. İlk gün Ziya Bey'i (sonra paşa) başkatip tayin etti. Namık Kemal başta olmak üzere bütün Jöntürkleri İstanbul'a getirtmek için emir verdi. Emri Sadrâzam Rüşdi Paşa'ya götüren Ziya Bey tatlı bir azar işitti. "Her işimiz bitti de bu mu kaldı? On gün sonra gelseler kıyamet mi kopar, dünya mı yıkılır?" Bu azar da gıyaben pâdişâh hakkını alıyordu, Ziya Bey ayrıca azarlandı. Bu işin Ziya Bey tarafından önlenebileceğine inanan Rüşdi Paşa, pâdişâhı iknâya çalışmadığı için darıldı. Dargınlıkla iş bitmedi; Ziya Bey'in vazifesine son verildi. Sadullah Bey (Paşa) yerine geldi.
Biat merasiminde Sultan Murad'ın gösterdiği hafiflik, ayyaşlık derecesinde içkiciliği yerilir ve üçüncü biat günü yayınladığı bir Hattı Hümâyundan bahsedilir ki, hiç de anlatılan pâdişâhın olduğu sanılmaz. Güya, Sultan Murad saltanatını; Allah'ın takdiri ve milletin arzusu olarak yorumluyor. Sadrâzam ile diğer erkânı devletin vazifelerine devam edeceğini duyuruyor. Devletin içeride ve dışarıda yaşadığı sıkıntıların halkı huzursuz ettiğini, bunun giderilmesi amacıyla idare usûlünün sağlam bir esasa dayandırılması ve harcamaların kısılması gerektiğini vurguluyor: Yabancı devletlerle iyi geçinmenin, dostane münâsebetleri geliştirmenin şart olduğuna işaret ediyor.
Bu anlatılanları ihtiva eden yazının ne kadar Hattı Hümâyun ne kadar Hattı Erkân-i olduğu düşünülür! En azından, cülusuna halkın arzusu imiş gibi göstermesi, Sultan Aziz'i hal ve kendisini pâdişâh yapanların meşrebine daha çok yakışıyor. Diğer bölümlerde ne kadar Sultan Murad var ne kadar vüzera onu da bilemeyiz.
Görülen ve inanılan şu idi ki Beşinci Murad'ı pâdişâh yapanlar biraz korku ve tedirginlik içindeydiler. Bir pâdişâhı uydurma bahanelerle tahtından indirip, sıradaki şehzadeyi onun yerine geçirenler yaptıkları hatanın belli olmaması için gayret ediyorlardı. Sultan Murad oturduğu yeri doldurabilir, memleket işlerini öncekinden daha iyi yürütürse, olan olmuştur denir. Halciler rahat ederdi. Ne çâre ki bunların hiçbiri istendiği gibi gitmeyecek, zavallı Beşinci Murad kısa zaman sonra Erkânı Devlet tarafından "deli" yaftası yapıştırılmak suretiyle alaşağı edilecek.
Beşinci Murad, geçici de olsa rahatsızdı. İçinde bulunduğu durum rahatsızlığını tedavi etmekten çok artırmaya yarıyordu. Sultan Aziz, hal edildiği gün el yazısıyla bir pusula göndermiş, "Saltanat tahtı Abdülmecid Han ailesine mübarek olsun" demişti. Ertesi gün gönderdiği pusulada "Önce Allah'a sonra kapına sığındım.Elimle silahlandırdığım asker bana karşı ayaklandı. Benim başıma gelen felâketi Rabbim sana göstermesin" diyordu.
Amcasıyla kan bağı vardı. Avrupa'yı beraber dolaşmıştılar, hatıraları vardı. Sultan Murad her şeye rağmen amcasını severdi. Okuduğu pusulaları yazan insan, kısa süre önce, kendi oturduğu yerde oturuyor, memleketi idare ediyordu. Şimdi kendisine kulluk yapmaya çalışanlar ona kul olma yarışındaydılar. Sultan Beşinci Murat biraz rahatsız amma bunları düşünebilecek durumdaydı. Paşalar amcasına reva gördüklerinin daha ağırını kendisine de görebilirlerdi...
Beşinci Murad şarkta yaşıyordu. Amcasının ölüm haberini aldığı zaman çok etkilendi. Ona yapılanların acısı ve korkusu asabi rahatsızlığını artırdı. Muhtemeldir ki, suçluluk duygusu taşıyordu. En fazla da bunun ağırlığı ile sarsıldı. Bu feci olayı duyduğu an şöyle anlatılıyor: Yemek yiyordu ve haberi alır almaz "eyvah gitti" dedi. Çatal elinden düştü. "Bunu halk benden bilir" dediği de söyleniyor. Eğer bunlar doğruysa, vicdanı aklından ağırdı ve bu akıl bu vicdanı taşımadı!
Bundan sonra, tabii hiçbir hali kalmamış, tedavi için yapılan sıcak banyolar, kulaklarının arkasına bir sürü sülükler yapıştırılması büsbütün asabının bozulmasına sebep olmuş. "Hususi hekimi Kopalyon'un cahilane tedavisi" Pâdişâhı deli etmiş ve ters hareketlere başlamış.
"Selâmlıkta cami merdivenlerini çıkarken inmek, inerken çıkmak ve ata ters binmek, huzuruna çıkan vükelâyı öpüp kucaklamak ve nihayet Yıldîz Sarayı'nda kendini havuza atmak gibi gayri tabii hallerinden ve mütemadiyen; "Kan istemem, padişahlık istemem!" deyip durduğundan bahsedilir."

Çerkez Hasan Vak'ası (15 Haziran 1876)

Yılmaz Öztuna diyor ki; "1876 yılı kadar zengin olduğu nispette karışık mühim vakalarla yüklü başka bir yıl göstermek pek de kolay değildir."
Gerçekten de, bu sene çok hüzünlü, acılı, buruk ve zevksiz geçmekte idi. Devletin yabancılarla olan münasebetlerinde lehimize gelişen bir vak'a yok. Kendi aralarında insanlar biribirine ancak menfaat bağı ile yakınlaşıyor. Devletten fazla kendilerini düşünen bir heyet peyda olup, pâdişâhı hal ve sonra da hayatından ediyorlar. Tahta oturtulan yeni Pâdişâh çok kısa zamanda aklını oynatıyor. Tahtından edilen Pâdişâhın eşlerinden biri uğradığı gayri insani bir davranıştan sonra üşüyüp hasta oluyor ve ölüyor. Bu, ölen kadın Pâdişâhın eşidir ve Hasan Beyin ablasıdır. Yüzbaşılıktan hemen binbaşı yapılmış olan Çerkez Hasan Bey, eniştesi Sultan Aziz'in ve ablası Neşerek Kadınefendi'nin ölümlerinden sorumlu tuttuğu Hüseyin Avni Paşa'yı affedemez. İşte bu efkârlı 1876 senesinin en ferahlatıcı hadisesi, Hasan Bey'in kini yüzünden yaşanır.
26 yaşındaki "Çerkez Hasan Bey, delilik derecesinde cesur olup silah kullanmaktaki maharetiyle meşhurdur." Eniştesinin ve ablasının intikamını almaya ahd etmişti. Tayini çıkar amma Bağdat'a gitmez. Bitireceği bir işi vardır. Önce o iş; sonrası, Allah kerim!
Bugün (15 Haziran Cuma gecesi) Bâyezid, Soğanağa mahallesindeki Midhat Paşa'nın konağında vükelâ meclisi toplanmıştı. Sadrazam Rüştü Paşa, Midhat Paşa, H. Avni Paşa, Cevded Paşa, Rıza Paşa, Kayserili Ahmed Paşa, Yusuf Paşa, Halil Paşa, Hüseyin Paşa, Sait Efendi, Mahmud Bey ve Memduh Bey Girit'teki Hıristiyan halkın fesatçı hareketlerini görüşüyorlardı.
Çerkez Hasan Bey bu toplantıyı basar. Bir elinde revolver bir elinde kama olduğu halde "davranmayınız" diye bağırır. Sonra Hüseyin Avni Paşa'nın karnına ateş eder. Kayserili Ahmed Paşa müdahale etmek ister, başarılı olamaz, Hasan Bey'in kamasıyla parmakları kesilir. Yaralı halde sofaya kaçan Avni Paşa da kama ile delik deşik edilir. Ondan sonra Hariciye Nazırı Râşid Paşa'yı öldüren Hasan Bey aşağıdan gelen ayak seslerini duyunca katliama son verir. Gelen askerlere teslim olup merdivenden inerken Kolağası Şükrü Bey işgüzarlık yapıp Hasan Bey'e ağır sözler sarfeder ve çizmeden çıkan küçük tabancanın kurşunuyla Şükrü Bey de ölür.
Cevdet Paşa, Tezâkir'de anlatıyor: "Hariciye teşrifatçısı Kâmil Bey ile vapurda konuşurken "Ah canım ucundan kıyısından bu işde elimiz ve ismimiz yadolunacak kadar cüz-i medhalimiz olsaydı" diyerek, teessüf etti idi. Çerkez Hasan vakasından sonra Kâmil Bey'e tesadüf ettiğimde "Nasıl Beyefendi ucundan kıyısından bir hisse istermisin" dedim. "Aman Allah saklasın, söyleme" dedi.
"Ertesi gün Çerkez Hasan, Bâyezid Meydanı'nda bir ağaca asılarak öldürülür. Milletçe, bir kahraman şeklinde telakki edilen Çerkez Hasan Bey, sonradan, II. Abdülhamit tarafından da takdir kazanır. Ve Abdülhamit Han, Hasan Bey'in mezarını yaptırır, kitabesine "genç yaşında velîyün nimeti uğrunda fedây-ı can etmiş" diye yazdırır.
Bilhassa, Hüseyin Avni Paşa'nın ortadan kalkmış olması milleti memnun etmiş; ayrıca, çoktandır kahraman görmemiş olan insanlar, gerektiğinde birilerinin çıkacağı ümidine kavuşmakla da mutlu olmuşlardır.
Hüseyin Avni Paşa'nın ölümü sadece vatandaşları değil, devlet erkânından çoklarını da rahatlatmıştı. Sadrâzam Mütercim Rüşdi Paşa, Midhat Paşa ile iktidarı paylaştı. Meşrutiyet ilanı için acele eden Midhat Paşa ile acele etmemek gerektiğini savunan Rüşdü Paşa, Pâdişâhın akli muvazenesizliğini halktan saklıyorlardı.
Abdülaziz Han'ın halli ve Beşinci Murad'ın halli, bu iki mesele, aralarında ihtilafsız görülmüş ve görülüyordu. İş devlet bünyesinde bir şeyler yapmaya gelince kafadarların kafası aynı istikamete yatmadı. Hüseyin Avni Paşa'nın ölümünden sonra yaşanan karışıklık geçince Midhat Paşa meşrutiyet çalışmalarım hızlandırdı. "Ziya Bey eğitim müsteşarlığına getirildi, Namık Kemal ve arkadaşları yaptıkları yayınlarla Midhat Paşa'yı desteklediler. İngiliz sefirinin teşvikiyle Hıristiyanları da içine alacak meclis çalışmalarını devam ettirdi."

Balkanlar Kaynıyor

Padişah aklıyla, Mithat Paşa yeni anayasayla bazı paşalar padişahın hallini düşünmekle, vatandaş seyirle vakit geçirirken Sırbistan ve Karadağ isyan sırasının kendilerinde olduğunu fark ettiler.
İslav kavimlerini aralıksız ateşleyen Rusya, şartlarında kendisinden yana oluşuyla istediğini yaptırıyor. Türkiye, isyan tohumunu saçanın, hatta yeşermesi için sulayanın Rusya olduğunu biliyor, bilmez görünmek işine geliyor. Rusya insanlıktan anlamaz, anladığı dil bizde kalmadı.
Bab-ı Âli vaziyetten gafil değil, Sırbistan'ın ve Karadağ'ın hareketini takip ediyor, askeri tedbirler de alınmış ama, "Sadrâzam Rüşdi Paşa Sırbistan Prensi Milan'la Karadağ Prensi Nikita'ya birer telgraf çekerek, seferberliklerinin sebebini sormuş ve bu şiddetli (!) ihtara ilk önce musekkin ve mülayim cevaplar gelmiş, hatta Prens Milan izahat arzı için İstanbul'a bir murahhas göndereceğinden bile bahsetmişse de göndermemiş, bilakis aradan on dört gün geçince 22 Haziran Perşembe günü murahhas yerine ültimatom göndermiştir."
Artık söz dinletecek durumda değil Osmanlı, Sırp Prensi Bosna-Hersek olaylarının kendilerini kötü duruma getirdiğini söylüyor; vaziyetlerini düzeltmek kastıyla hudut tecavüzüne başlıyor. Sırp askerleri Bosna-Hersek'i işgal ederken Karadağ Hersek sancağının bir kısmım istiyor.
Balkanlarda bulunan 100 bin kişilik Türk ordusu serasker Çırpanlı Abdülkerim Nadir Paşa'nın kumandasındadır. İstenmediği halde Sırbistan ve Karadağ'la savaşa girişilmiştir. Yorumlara göre bu savaşın başlatıcısı Rusya, Sırpları ve Karadağlıları kobay olarak kullanmakta, daha sonra çıkacak olan harpte (93 Harbi) yıpranmış bir Türk ordusu ile vuruşmayı amaçlamaktadır. Bu savaşta Sırbistan ve Karadağ askerleri yenilmiştir.

Beşinci Murad'ın Hal'i (31 Ağustos 1876)

Devlet işleriyle hiç ilgilenemez hale geldi. Dahili ve harici meseleler çığ gibi büyüyor. Yeni pâdişâhın malûm sebepten dolayı kılıç kuşanma merasimi yapılamamıştı. Cuma selamlığına da çıkamayan pâdişâh, vezirleri müşkül durumda bıraktı. Halk pâdişâhı görmek istiyor; pâdişâh ortaya çıkarılacak gibi değil. Midhat yahut Rüşdi Paşa, ey ahâli pâdişâhımız delidir" deyip Abdülaziz Han'ın yerine çıkardıkları birini rezil edemezler.
Veliahd Abdülhâmid Efendi sırasını kullanmak için acele ediyor. Abdülhâmid'in eniştesi olan Dâmad Ma-mud Celaleddin Paşa kayınbiraderini bir an evvel tahtta görmek istiyor. Aşağıya aldığımız yazılar Damad Paşa'nın "Miratı Hakikat" adlı kitabından:
"... Sultan Murad'ın şuursuz hali herkesin diline düşmüş ve ulemâ arasında onun Cuma namazı kıldırmasının caiz olmayacağına dair dedikodular çoğalmış ve Rüşdi Paşa hakkında, pâdişahsız saltanatı idareden lezzet aldı" diye ayıplama ve kınama belirmişti."
"Şehzade Abdülhâmid Efendi Hazretlerinin tahta çıkışını çabuklaştırmayı, en fazla, kendilerine bağlı olan ticaret nâzırı ve eniştesi Mahmud Paşa arzu ederek, saltanat değişikliğinin lüzumunu sadrâzam nezdinde ispat edecek zevatı elde etmeye başladı..."
Devlet boşlukta, ihtilalle Beşinci Murad'ı pâdişâh yapan paşalardan biri öldü, geride kalanlar ne yapacaklarım bilemiyorlar. Dâhilî ve haricî bir yığın mesele çözüm bekliyordu. Cuma namazına bile çıkamayan Pâdişâha ananevi kılıç kuşanma merasimi yapılamamış, halk Pâdişâhı merak ediyor, görmek istiyordu. "Oturak yerinde çıban çıktı, onun tedavisine uğraşılıyor" diye ortaya bir haber saldılar, böylece milleti bir müddet oyaladılar.
Karadağ ve Sırbistan'da isyanlar başlamış, Türkiye'nin nasıl tavır koyacağı belli değil, paşalar çare arıyorlar. Veliahd Abdülhâmid Efendi aklından, sıranın kendisine geldiğini geçiriyor; Dâmad Mahmud Celaleddin Paşa büyük kayınbiraderi Abdülhâmid'i tahta çıkarmayı teklif ediyor, kesin bir çare bulamıyorlardı.
Abdülhâmid Efendi eniştesinden gördüğü destekle cesaretlendi. "Mabeyn Başkâtibi Sunullah Bey (Paşa), Ziya Bey (Paşa), Namık Kemâl, Ali Suavi gibi edipler Midhat Paşa'yı kesin şekilde iktidara getirecek bir anayasa üzerinde çalışıyorlardı."
Abdülhâmid Efendi kendisinin tahta geçmesi için Rüşdü Paşa ile Midhat Paşa'nın ikna edilmesi gerektiğini hesabederek, bir gün bu iki paşayı Maslak Köşkü'ne davet etti. İkisinin de zayıf taraflarını biliyordu ve zayıf taraflarından yakalayıp Sultan Murad'ın hal'ine ikna etti. Abdülhâmid'e işin maliyeti sadece bir çift kol düğmesidir. Midhat Paşa'ya hediye edilen bu düğmeler sonradan Avrupa'da 4000 İngiliz altınına satılmıştır (bugünkü satınalma değeri 1.6 milyon dolar).
Abdülhâmid Efendi'ye naib-i saltanattık teklif edilince, "Devlet işleri böyle yürümez" diyerek, kabul etmemiş ve hal işine karar verilmişti.
Müstakbel Sultan tahta hazırlanırken, mevcut sultan için Viyana'dan doktor getirilmiş, ilk muayenesini yapmış ve düzelme ihtimalinden bahsetmiş ise de ikinci muayeneden sonra tedavinin mümkün olmadığını açıklamış, Viyanalı doktor ilmî raporunu verdikten sonra iş dinî rapora kalmıştı.
Vekiller toplanıp konuşurlar, tartışırlar ve aralarında Beşinci Murad'ın hal'i için mutabakata varırlar. Bir de fetva metni hazırlarlar, Hayrullah Efendi'ye okutup mühürletmeye sıra gelir.
Şeyhülislâm Hayrullah Efendi'nin en son bastığı mühür kurumamıştı. Bunu da okudu:
"İmâmül müslimin cünûni mutbık ile mecnun olmağla imametten maksud fevtalsa uhdesinden akd-i imamet münhâs olur mu? Beyan buyurula."
"El cevap: Allahu âlem olur."
Fetvadaki anahtar kelime "cünûni mutbık"tır. Yani dâimi cinnet. Başka türlü olsa, şifa aranır, beklenir ama "cünûni mutbık" denince, bu iş bitmiştir; çaresi yoktur, beklenmez. Fetva ile mesele halline taraftar olmasa da fetva ile ilgili görüşünü yazan Enver Ziya Karal'a göre:
"Fetva şeriatın sözü olmakla son sözdü. Ne takdir, ne tahsin ne de tetkik ve tahlil edilemezdi. Bu sebeple dinleyenlerin bir dua karşısında gösterdikleri sükût bir devrin sonu ve yeni bir devrin başlangıcı demekti."
Beşinci Murad yaşının tam 35 sene, 11 ay, 11 gün tuttuğu, yani 36 yaşını ikmâl etmek üzere bulunduğu sırada hal edilmiş demektir. Saltanat müddeti bu senenin 30 Mayıs Salı gününden itibaren 93 gün sürmüştür.

Doksanüçde doksanüç gün Pâdişah-ı dehr olup
Göçdü uzletgâhına Sultan Murad-ı nâ Murad.


İsmail Hami Danişmend diyor ki: "Sultan Murad'ın hastalığı çok sürmemiş, torunlarından Şehzade Osman Fuad Efendi'nin bana anlattığına göre, Çırağan Sarayı'ndaki çilesini şarkılar bestelemek ve torunlarına ders vermekle geçirmiştir."
 
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt