Amerikan Ekonomisi

Amerikan Ekonomisi

Ekteki resimleri görmek için kayıt olmalısınız

Her ekonomik sistemde müteşebbisler ve yöneticiler mal ve hizmet üretmek ve dağıtmak amacıyla doğal kaynakları, emeği ve teknolojiyi bir araya getirirler. Buna karşın, anılan ögelerin düzenlenme ve kullanılma yöntemleri, aynı zamanda bir ulusun politik ideallerini ve kültürünü de yansıtır.

Çok kez Birleşik Devletler'de "kapitalist" bir ekonomi bulunduğu söylenir. Bir Alman ekonomist ve toplumsal kuramcı olan Karl Marx tarafından 19. yüzyılda ortaya atılan bu tanımlamaya göre, bu sistemde önemli ekonomik kararların çoğunluğu, büyük miktarda paraya ya da sermayeye sahip olan küçük bir grup tarafından alınır.

Marx, kapitalist ekonomilerin politik sisteme daha fazla güç tanıyan "sosyalist" düzenlerin karşıtı olduğunu ileri sürmekteydi. Marx ve yandaşlarının inancına göre, kapitalist ekonomilerde güç, zengin iş adamlarının elinde toplanmakta ve onlar da temelde kârlarını en yüksek düzeye çıkarmaya yönelmekte; buna karşın sosyalist ekonomilerde, olasılıkla daha kapsamlı hükümet kontrolü öne çıkarılmakta ve kârdan çok politik amaçlara önem verilmekte, sözgelimi toplumun kaynaklarının daha eşit bir biçimde dağıtılması hedef alınmaktadır.

Aşırı biçimde basite indirgenmiş olan bu iki sistemin gerçeğe uyan öğeleri bulunmakla birlikte, bunlar günümüzde daha az geçerlidir. Eğer Marx'ın tanımladığı katışıksız kapitalizm var idiyse bile artık yok olmuştur; çünkü, Birleşik Devletler'de ve pek çok diğer ülkede hükümetler, güç birikimlerini sınırlamak ve kontrolsuz özel ticari çıkarların neden olduğu toplumsal sorunların çoğuna çözüm getirmek amacıyla ekonomilerine müdahalede bulunmuştur. Bu yüzden, özel teşebbüsün yanı sıra hükümetin de önemli bir rol oynadığı Amerikan ekonomisini "karma" bir sistem olarak tanımlamak daha doğru sayılabilir.

Amerikalılar çok kez serbest teşebbüse yönelik inançları ile hükümet yönetimi arasındaki sınırın nereden geçeceği konusunda anlaşamazlarsa da geliştirdikleri karma ekonomi büyük ölçüde başarılı olmuştur.

Bir ülke ekonomik sisteminin ilk öğesi, onun doğal kaynaklarıdır. Birleşik Devletler zengin maden kaynaklarına, verimli tarım arazisine ve ılımlı bir iklime sahiptir. Bunlara ek olarak, Atlas Okyanusu'nda, Büyük Okyanus'ta ve Meksika Körfezi'nde uzun kıyıları vardır. Anakaradan kıyılara uzun nehirler akmakta ve ABD-Kanada sınırında bulunan beş büyük göl de (Büyük Göller) ulaştırma için ek olanaklar sağlamaktadır. Anılan yaygın su yolları, hem yıllar boyunca ülke ekonomisinin büyümesine yardım etti hem de Amerika'daki 50 eyaleti tek bir ekonomik birim olarak birbirine bağladı.

İkinci öğe ise doğal kaynakları mala dönüştüren emektir. Çalışabilecek işçi sayısı ve daha da önemlisi onların üretkenliği, bir ekonominin sağlamlığının belirlenmesinde yardımcı olur. Birleşik Devletler'in tarihi boyunca işgücü giderek büyüdü ve bu da neredeyse kesintisiz bir ekonomik büyümeyi besledi.

1. Dünya Savaşı'nın hemen sonrasına kadar işçilerin çoğunluğu, Avrupa'dan gelen göçmenlerle onların çocukları ve ataları Amerika'ya köle olarak getirilmiş bulunan Afrikalı-Amerikalılardı. 20. yüzyılın başlarında çok sayıda Asyalı, Birleşik Devletler'e göç etti ve sonraki yıllarda da Latin Amerikalı göçmenler gelmeye başladı. Birleşik Devletler'de işsizliğin yüksek olduğu bazı dönemler yaşandı ve bazen işgücünün yetersiz kaldığı günler geçtiyse de göçmenler, iş olanakların bol bulunduğu zamanlarda gelme eğilimi gösterdiler.

Çok kez yerli işçilerden daha düşük ücretler karşılığı çalışmaya hazır bulunmalarına karşın genelde geldikleri ülkelerdekinden çok daha fazla kazanıp refaha kavuştular. Ülke de giderek zenginleşti ve böylelikle daha fazla göçmeni kaldırabilecek düzeye erişti.

Bir ülkenin ekonomik başarısı için emeğin niteliği de (bireylerin ne kadar yoğun çalışmaya razı ve ne kadar becerili oldukları) en az işçi sayısı kadar önemlidir. Birleşik Devletler'in ilk günlerinde görülen sınır bölgeleri yaşantısı, çok yoğun çalışmayı gerektiriyordu ve Protestan çalışma ahlâkı olarak bilinen nitelik de bu eğilimi güçlendirmişti.

Teknik eğitim ile meslek eğitimini de içeren öğretime verilen önem ve denemeye ve değişmeye yönelik istek, Amerika'nın ekonomik başarısına ayrıca katkıda bulundu. İşgücünün hareketliliği de Amerikan ekonomisinin değişen koşullara uyum sağlama yeteneği açısından önemli oldu.

Doğu Kıyısı'ndaki iş piyasasını göçmenler doldurunca, önemli sayıda işçi çok kez ülkenin iç kesimlerinde sürülmeyi bekleyen çiftliklerde çalışmaya gitti. Aynı şekilde 20. yüzyılın ilk yarısında, Kuzey'deki endüstrileşmiş kentler de Güney çiftliklerinde çalışan siyah Amerikalıları çekti.

İşgücünün niteliği, önemli bir konu olmayı sürdürmektedir. Günümüzde Amerikalılar, "insan sermayesi"nin pek çok modern ileri teknoloji endüstrisinde başarı sağlamak için bir anahtar olduğunu düşünmektedir. Bunun sonucu olarak, hükümet ileri gelenleri ve iş çevresi yetkilileri, bilgisayar ve telekomünikasyon gibi yeni endüstrilerin gereksinim duyduğu türde kıvrak zekâyı ve uyum sağlamaya yatkın beceriyi işçilere kazandıracak öğretim ve eğitimin önemini vurgulamaktadır.

Bunlara karşın, doğal kaynaklar ve emek ekonomik sistemin sadece bir kesimini oluşturmaktadır. Bu kaynaklar, elden geldiğince etkin bir biçimde düzenlenmeli ve yönlendirilmelidir. Amerikan ekonomisinde piyasadan gelen verilere göre çalışan yöneticiler, bu işlevi yerine getirirler.

Amerika'daki geleneksel yönetim yapısını yukarıdan aşağıya uzayan bir komuta zinciri oluşturur; yetki, tüm işin düzenli ve etkin bir biçimde yürümesini güvence altına alan yönetim kurulu başkanından başlayıp teşebbüsün çeşitli bölümlerinin eşgüdümünü sağlamakla yükümlü olan daha aşağı düzeydeki yönetim birimlerinden geçer ve fabrikadaki usta başına kadar akar. Çok sayıda iş, çeşitli bölümler ve işçiler arasında paylaştırılmıştır.

20. yüzyılın başlarında, Amerika'daki bu uzmanlaşma ya da iş bölümünün sistematik çözümlemelere dayanan "bilimsel yönetim"i yansıttığı söylenirdi. Teşebbüslerin pek çoğu, bu geleneksel yapı içinde çalışmakla birlikte bazıları da yönetim konusunda değişen görüşler benimsedi. Giderek yoğunlaşan küresel rekabetle karşılaşan Amerikan teşebbüsleri, özellikle, kalifiye işçi çalıştıran ve hızla gelişmek, değişmek ve hatta sipariş üzerine mal üretmek zorunda kalan ileri teknoloji endüstrilerinde daha esnek bir örgüt yapısı oluşturmaya çalışmaktadır.

Aşırı hiyerarşinin ve iş bölümünün yaratıcılığı önlediği yolundaki inanış, her geçen gün daha yoğunlaşmaktadır. Bunun sonucu olarak da pek çok şirket, örgüt yapısını "yassıltmış", yönetici sayısını azaltmış ve birkaç iş dalında birden çalışan ekiplere daha fazla yetki aktarmıştır. Doğal olarak, yöneticilerin ve ekiplerin bir şeyler üretebilmek için bir teşebbüs olarak örgütlenmeleri gereklidir.

Birleşik Devletler ‘de anonim şirketlerin, yeni bir teşebbüse girişmek için gerekli parayı toplamak ya da mevcut bir teşebbüsü büyütmek konusunda etkili bir araç olduğu kanıtlanmıştır. Anonim şirket, hisse senedi sahibi diye bilinen bir grubun gönüllü olarak oluşturduğu, karmaşık kurallara ve geleneklere göre yönetilen bir ekonomik teşebbüstür.

Anonim şirketlerin mal ya da hizmet üretebilmek için parasal kaynaklara gereksinimi vardır. Gerekli sermayeyi oluşturmak amacıyla genelde sigorta şirketlerine, bankalara, emekli sandıklarına, bireylere ve diğer yatırımcılara hisse senedi (varlıklarından pay) ya da bono (uzun vadeli borç) satarlar. Özellikle bankalar gibi bazı kurumlar da anonim şirketlere ve diğer teşebbüslere borç verirler. Federal hükümet ve eyalet hükümetleri bu finansman sisteminin güvenliğini ve güvenilirliğini garantilemek ve yatırımcıların sağlıklı karar verebilmelerine yönelik serbest bilgi akışını sağlamak amacıyla ayrıntılı kurallar ve düzenlemeler geliştirmişlerdir.

Gayri safi milli hasıla (GNP), belirli bir yıl üretilen mal ve hizmet düzeyini belirler. Birleşik Devletler'de GNP düzenli bir biçimde artmış ve 1983'te 3,4 trilyon doların üstündeyken 1998'de yaklaşık 8,5 trilyon dolar olmuştur. Bu veriler, ekonominin sağlığını ölçmeye yararsa da, ulusun durumunu her açıdan ölçemez. Gayrı safi milli hasıla bir ekonominin ürettiği mal ve hizmetlerin piyasa değerini gösterir; fakat, bir ulusun yaşam niteliğini ortaya koyamaz. Sözgelimi, bireysel mutluluk ve güvenlik, temiz bir çevre ve sağlık gibi bazı önemli değişkenler, tümüyle bu göstergenin dışında kalır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt