Akaid

Akaid


İslâm dininde inanılması gereken esasların bütünü ve bunları konu edinen ilmin adı.

Akaid, “Düğümlemek” mânasındaki akd kökünden türemiş bulunan akide kelimesinin çoğuludur. Aynı kökten türetilen ve “İman” ile eş anlamlı olarak kullanılan i'tikad ise “Düğüm atmışçasına bağlanmak, bir şeye gönülden inanmak, gönülden benimsemek” demektir. Bu durumda akîde “Gönülden bağlanılan şey” anlamına gelir; bir terim olarak da “İnanılması zaruri olan ilke” (iman esası, mü'menün bin) diye tarif edilebilir. Buna göre akaid, “İslâm dininin temel kaideleri, inanılması zaruri hükümleri” mânasına gelir. Bu temel kaidelerden bahseden ilme de akaid ilmi denilmiştir.

Akîde kavramı melek akidesi, âhiret akîdesi gibi belli bir inanç esası için kullanıldığı gibi belli bir mezhebin veya bir mezhebi temsil eden kişinin çeşitli iman esaslarıyla ilgili özel telakki ve anlayışını ifade etmek üzere de kullanılır; Mâtürîd’nin sıfâtullafi akîdesi. Mutezile'nin kader akîdesi gibi. Ayrıca akîde iman konularını ihtiva eden bazı risalelerin de adı olmuştur; eI-Akîdetü't-Tahâviyye, el- Akîdetü'n -Nizami yye gibi.

İslâm inancına göre ilâhî dinlerin akîde esasları, aslında vahye dayalı dinlerde ilk peygamber Hz. Âdem'den son peygamber Hz. Muhammed'e kadar değişikliğe uğramamıştır. Kur'ân-ı Kerîm'e göre bütün peygamberlerin tebliğ ettiği akaidin temelini tevhid inancı oluşturmuştur [81] Ancak zaman içinde tevhid inancından sapmalar olmuş, insanların müdahaleleriyle İslâm öncesi ilâhî dinlerin akidelerinde bazı tahrifler meydana gelmiştir. Kur'an'da, Hz. Muhammed'e gönderilen vahyin önceki peygamberlerin ki ne benzer olduğu [82] ve ona vahyedilen kitabın önceki ilâhî kitapları tasdik ettiği [83] ifade edilir. Yine Kur'an'da, İslâm akaidinin üç ana konusunu (usûl-i selâse) teşkil eden ulûhiyyet, nübüvvet ve âhiret esaslarının geçmiş ilâhî dinlerde de mevcut olduğu [84] belirtilir. Vahiy ve nübüvvetin bulunduğu yerde meleklerin ve kitapların da bulunacağı şüphesizdir. [85]

Bununla birlikte bugünkü Ahd-i Atîk'te Allah'a iman, Ahd-i Cedîd metinlerinde Allah'a ve âhirete iman prensibi dışında akaid esaslarıyla ilgili açık ifadeler bulmak mümkün değildir. Bunun sebebi, söz konusu ilâhî metinlerin tebliğcilerinin dönemlerinde veya dönemlerine yakın bir zaman içinde zapta geçirilip muhafaza edilememiş olmasıdır. Ahd-i Atîk'te yer alan on emir [86] içinde ve İsrâiloğulları'nca temel dua kabul edilen Şema duasında [87] akaid esaslarından sadece Allah'ın birliği ve onu sevmenin gerekliliği ilkesi yer alır. Yahudi mukaddes metinlerinin incelenmesinden anlaşıldığına göre bu din iki temel üzerine kurulmuştur: Tek Tanrı'nın varlığına inanmak ve İmanın tebliğcisi olarak İsrâiloğulları'nın seçilmiş olduğunu benimsemek. Âhiret inancı ise açık ve net değildir. Âhir zamanda vuku bulacak olan hükümranlık, ceza ve mükâfat, üzerinde yaşadığımız âlemde olacağa benzer. Bunu âhiret mânasına almak mümkün olduğu gibi yahudilerin beklediği dünya hükümranlığı şeklinde anlamak da mümkündür. Yahudi teolojisiyle ilgili çalışmalar İskenderiyeli Filon (ö. 60) tarafından başlatılmışsa da bu çalışmalar dinî zümrelerin tasvibini alamamıştır. Yahudi akaidinin tedvîni diye ifade edilebilecek ciddi çalışmalar, yahudilerin İslâm dünyası ile temasından sonra, derli toplu ve güçlü İslâm akaidinin tesiriyle başlamış ve gelişmiştir. Yahudilerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilen ve günümüzde de geçerli olan iman esasları İbn Meymün (ö. 1204) tarafından şöyle tesbit edilmiştir:

1) Allah vardır, birdir, benzeri yoktur, ezelî ve ebedîdir, her şeyi bilicidir.

2) Peygamberlik müessesesi vardır, Hz. Mûsâ en büyük peygamber olup kendisine Tevrat vahyeditmiştir.

3) Mesih gelecektir.

4) Ahiret hayatı, ceza ve mükâfat haktır. İbn Meymûn'dan sonra yahudi teolojisi üzerindeki tartışmalar devam etmişse de söz konusu prensiplerde önemli bir değişiklik olmamıştır.

Hıristiyanlığın benimsediği mukaddes metinlerde akaidle ilgili fazla bir şey bulunmamakla birlikte hıristiyan teolojisi çalışmaları erken dönemlerden itibaren başlayıp geliştirilmiştir. Bugün hı-ristiyanlarca benimsenen ve çeşitli ibadetlerde tekrarlanan akaid esasları İznikİstanbul iman esasları diye bilinir. [88] Bu akaidin muhtevası havarilere ait akaid muhtevasına nisbetle biraz daha ayrıntılı görünmektedir. Hıristiyan çoğunluğunun benimsediği bu akaid esasları Allah'a, nübüvvete ve âhirete imanı kapsaması yanında İsa Mesîh. bakire Meryem, kutsal kilise ve vaftiz müessesesiyle ilgili bazı inançlar da ihtiva eder.

İslâm akaidini oluşturan esaslar Kur'ân-ı Kerim'de ve hadislerde hiçbir yoruma mahal bırakmayacak şekilde açık ve seçik olarak yer almıştır. Kur'an'da Allah'a, peygamberlerine, kitaplara, meleklere, âhirete, kaza ve kadere iman konusuna temas eden ve yer yer ayrıntılı bilgiler veren birçok âyet vardır. [89] Hadis kitaplarının birçok bölümünde de [90] iman esasları ile ilgili çeşitli bilgiler mevcuttur.

İslâm akaidinin konuları iki bölüm halinde ele alınabilir:

1) Mânaya delâlet yönüyle de kesinlik ifade eden müte-vâtir naslarla sabit olmuş, inkârı küfrü gerektiren temel esaslar;

2) Tevatür derecesine ulaşmayan veya mütevâtir olsa da mânası açısından zan ifade eden naslarla sabit olan prensipler. Bu sonuncuların inkâr edilmesi küfrü gerektirmez. Akaid hükümleri zamana, mekâna, fert ve toplumlara göre değişiklik göstermez ve bir bütün olup bölünme kabul etmez yani akîde esaslarının bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak söz konusu olamaz.

Âyet ve hadislerle akaid-kelâm literatürü çerçevesinde, ayrıntılarla ilgili bazı görüş farklılıkları bir yana, bütün İslâm ümmeti ve genel olarak İslâm mezheplerince kabul ve tasdik edilen İslâm akaidini şu şekilde özetlemek mümkündür:

1) Allah vardır, varlığı kendinden olup kimseye muhtaç değildir, ezelî ve ebedîdir.

2) Kâinat bütün nesne ve olaylarıyla yaratılmıştır, tek yaratıcısı Allah'tır.

3) Allah birdir, yegâne tapılacak varlık Odur; hiçbir şeye benzemez; cisimlere has zaman, mekân ve benzeri kategorilere, durumlara bağımlılıktan ve her türlü eksiklikten münezzehtir.

4) Allah diridir, bilendir, irade edendir, güç yetirendir. işitendir, görendir, yaratandır, kelâm sahibidir; O, bütün kemal ifade eden sıfatlarla vasıflanmıştır,

5) Her insanın bir kaderi1 vardır, fakat kul cebir altında değildir.

6) Peygamberlik müessesesi haktır; Hz. Muhammed son peygamberdir; peygamberler güvenilen, tebliğ görevini yerine getiren, günah işlemekten korunmuş kimselerdir, fakat onlarda tanrılık özelliği yoktur: peygamberlerin mucizeleri haktır.

7) Meleklere ve ilâhî kitaplara iman gereklidir; melekler Allah'ın bütün emirlerine boyun eğen ruhanî varlıklardır; Tevrat. İncil, Zebur, Kur'an. Hz. İbrahim ve Musa'nın “Sahîfeler'”i Allah tarafından indirilmiş kitaplardır.

8) Âhiret hayatı, cennet ve cehennem haktır.

Akaid ilmi İslâm dininin itikadî hükümlerinden bahseder. Bu ilimde akî-deyi oluşturan prensipler, selef metoduna bağlı kalınarak naklin ışığı altında incelendiği gibi kelâm metodu kullanılarak aklî yorumlara da tâbi tutulmuştur. Buna göre akaid ilmi, hangi metotta olursa olsun iman esaslarından bahseden ilmin genel adıdır. Özel mânada ise akaid. İslâm dininin iman esaslarından tartışmaya girmeden muhtasar olarak bahseden bir ilimdir. Bu noktayı göz önünde bulunduran bazı âlimler akaid ile kelâmı birbirindefı ayırmış, akaidi “Allah Teâlânın zâtından, sıfatlarından, nübüvvet meseleleri ve âhiret hallerinden bahseden ilim” diye tarif ederken kelâm ilmini, “Hem bunlardan hem de akaide malzeme teşkil etmesi bakımından bütün kâinattan bahseden ilim” şeklinde ifade etmişlerdir. Kelâm iman esaslarını incelerken muhaliflerin ileri sürebileceği itirazları tartışır, onları aklî ve naklî delillerle çürütmeye çalışır. Bunun için de münazara ve cedel gibi terimlerle ifade edilen tartışma metotlarına fazla yer verir. Akaid ilmi dinin aslî hükümlerinden bahsettiği için “Usülü'd-dîn”, en Önemli konusunu Allah'ın birliği ve sıfatlan teşkil ettiği için “İlmü't-tevhîd ve's-sıfât” adlarıyla da anılmıştır. Ebû Hanîfe, genel anlamda fıkhı, “Kişinin, lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir” şeklinde tarif etmiş ve akaid konularını feri hükümlerden ayırmak için bu İlme “el-fıkhü'1-ekber” adını vermiştir.

Akaid ilminin konusu, âmentü'de ifadesini bulan iman esaslarıdır. Gayesi, iman esaslarının felsefesini yaparak kişilerin imanını taklitten kurtarmak, doğru yolu arayanları irşad etmek, bâtıl ve bid'at ehlinin görüş ve itirazlarını aklî ve ilmî delillerle çürütmek suretiyle iman esaslarını savunmaktır.



Akaid İlminin Tarihçesi


Hz. Muhammed'in peygamberliği süresince akaidin ve diğer İslâmt ilimlerin kaynağını teşkil eden vahyin gelişi devam ettiğinden, bu dönemde tedvin edilmiş bir akaid ilminin varlığından söz etmek mümkün değildir. Asr-ı saadefte bütün konularda olduğu gibi itikadî konularda da sorusu olanlar Resûlullah'a başvurmuş, gerekli cevabı aldıktan sonra gönül huzuruna kavuşmuşlardır. Bu sebeple Hz. Peygamber döneminde itikadî konularda tam bir teslimiyet hâkimdir. Fakat bu teslimiyet onun vefatından sonra yerini yavaş yavaş ihtilâflara bırakmaya başlamıştır. Peygamber'in vefatıyla ortaya çıkan hilâfet konusu Şîa mezhebinin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Daha sonra üçüncü halifenin şehid edilmesi, Cemel Vak'ası ve Sıffîn Savaşı gibi iç olaylar, adam öldürmek suretiyle büyük günah İşleyen (mürtekb-i kebîre) kimsenin iman bakımından durumu ve dolayısıyla iman ile küfrün sınırı, ayrıca insanın irade hürriyeti ve bu hürriyetin sınırlan gibi çözümü güç bazı itikadî problemlerin ortaya çıkmasına ve bu konuda farklı fikirler ileri süren Mürcie, Haricîler, Kaderiyye. Mutezile ve Cehmiyye gibi mezheplerin doğmasına sebep teşkil etmiştir. Bunlardan başka, fetihler sebebiyle müslümanların farklı din ve kültürlere sahip topluluklarla temas kurması, felsefenin İslâm dünyasında yayılmaya başlaması gibi dış tesirler de akaid konusunda farklı görüş ve ekollerin doğmasını kolaylaştırmıştır.

Ashap döneminin sonlarına doğru Mabed el-Cühenî ilk defa kader meselesini tartışmaya açmış, ihtiyari fiillerin hür irade ile meydana geldiğini söylemiştir. [91] Gaylân ed-Dımaş-kı de Hişâm b, Abdülmelik döneminde kader meselesi üzerinde durmuş ve Ma'bed'in görüşlerini devam ettirmiştir. Abdullah b. Ömer, Câbir b. Abdullah, Ebü Hüreyre, Abdullah b. Abbas, Enes b. Mâlik gibi son devir sahâbîleri ise kaderi inkâr edenleri tasvip etmemiş ve bu tür fikirlerden uzak durmanın önemini vurgulamışlardır. Yine bu dönemde Ca'd b. Dirhem Kur'an'ın mahlûk olduğunu söyleyerek Allah'ın kelâm sıfatını inkâr etmiştir. Cehm b. Safvân da kulun iradesini kabul etmeyerek İslâm tarihinde ilk defa cebr fikrini ortaya atmış, ayrıca teşbih endişesiyle ilâhî sıfatlan reddetmiş. [92], Kur'an'ın mahlûk olduğunu, Allah'ın âhirette görülemeyeceğini iddia etmiş, cennet ve cehennemin ebedî olmadığını ileri sürmüştür. Özellikle sıfatların inkârı (nefy) ve bununla ilgili bazı âyetlerin tevili konularında Cehm'in Mu'tezile'ye öncülük ettiği kabul edilir.

I. yüzyılın sonu ile II. yüzyılın başlarında beliren fikir hareketlerinin ardından Mu'tezile mezhebi doğmuştur. Vâsıl b. Atanın kurduğu bu ekol. itikadî konuların özellikle ilâhiyyât bahislerinde naklin yanında akla da yer vermiş, akıl ile çelişik gördüğü nassı (müteşâbih) aklın ışığında te'vil etmiştir. Allah'a mâna sıfatı nisbet etmemiş [93] Kur'an'ın mahlûk olduğunu söylemiş, kulun fiilini hür iradesiyle kendisinin yarattığını ileri sürmüş, büyük günah işleyen kimsenin imandan çıktığını fakat küfre girmediğini belirtmiştir. Mu'tezile âlimleri kendilerine muhalif gördükleri diğer mezhep ve cereyanlarla mücadele ettikleri gibi İslâm dışı akımlar, mezhepler ve dinlerle de mücadele etmişler, bunlar karşısında İslâmiyet'i müdafaa eden eserler kaleme almışlardır.

Muhtelif tarih ve tabakat kitapları, ilk dönemlerde yaşayan [94] Mu'tezile. Havâric, Mürcie ve Şia'ya mensup “Ehl-i bid'at” âlimlerine akaide dair bazı eserler nisbet etmektedir. Bu eserler daha çok Allah'ın sıfatları, kader, büyük günah, imanın tarifi ve imamet konularında karşı görüş sahiplerini red ve tenkit eder mahiyettedir.

Sünnî akaide zemin hazırlayan telif faaliyetleri hicri I. yüzyılda başlamıştır. Fakat bu ilk dönem eserleri akaid konularının tamamını ihtiva eden müstakil telifler olmaktan çok bidat fırkalarının reddini hedef alan çalışmalar mahiyetinde olup hadis ve fıkıh âlimleriyle mutasavvıfların itikadî görüşlerini aksettiren risaleler halindedir. Bu risaleler genellikle, “Akide”, “Risâletü't-tevhîd”, “El-Fıkhü'1-ekber”, “Kitâbü'1-asl”. “Kitabü'1-îmân” gibi adlar almışlardır. Akaidi oluşturan esaslar ancak IV. yüzyılda İmam Eş'arî ve İmam Mâtürîdî ile kurulan Sünnî kelâm içinde sistemleştirilmiştir. [95]

Abdülkahir el-Bağdâdfye göre, Ehl-i sünnetten itikadî konularla ilgili olarak ilk defa görüş beyan eden Hz. Ali'dir. Çünkü o Hâricîler'le va'd ve vaîd*, Kaderiyye ile de kader, kaza. meşîet ve istitâat konularını tartışmıştır. Bağdât’nin zikrettiği en eski müellif de Risdle zemmi'1'Kaderiyye adlı bir eserin sahibi olduğu iddia edilen Ebü'l-Esved ed-Düel’dir. Yahya b. Ya'mer, Abdullah b. Ebû İshak el-Hadramî, İsa b. Ömer es-Sekafî. Ebû Amr b. Alâ' vb. ilk dönem nahivcileri de Kaderiyye ve Mu'tezile'yi reddetmek için kitaplar yazmışlardır. Hasan-ı Basri'nin Halife Abdülmelik'e yazdığı kader risalesi de bilinmektedir.

Fakihlerden akaide dair ilk eser yazan ve eseri günümüze kadar ulaşan Ebû Hanîfe'dir. Onun el-Fıkhü'1-ekber, el-Fıkhü1-ebsat, er-Risale, el-Âlim ve'1-mütelal ve el-Vaşıyye diye tanınan beş eserinde akaid meselelerinin çoğu bahis konusu edilmekle beraber belirli bir tertip yoktur. Bu risalelerde hâkim olan fikir Kaderiyye, Mu'tezile, Mürcie, Cebriyye ve Havâric'in görüşlerini reddetmek ve doğru akîdeyi açıklamaktan İbarettir. Safimin, biri nübüvvetin sıhhati ve Berâhime'nin reddi, diğeri ehl-i bid'atin tenkidine dair olmak üzere iki kitap yazdığı bilinmektedir. Ebû Hanîfe ve Şgfiî'den başka Ahmed b. Hanbel, Taberî ve Tahâvî gibi âlimler. başta Buhârî olmak üzere Dârimî, Ebû Dâvüd, İbn Mende gibi muhaddisler akaid konularıyla da ilgilenmiş, bid'at ehlini reddeden ve “Sünnet akîdesi”ni ortaya koyan risaleler yazmışlardır. Bu tür eserlerden yazma halinde veya basılmış olarak günümüze kadar intikal edenler az değildir. İbn Ebü Ya'lâ'nın Tabakâtü'1-Hanâbile'sinde bu nevi “Akîdeler”in birçok örneğini bulmak mümkündür.

Ehl-i sünnet kelâmının doğuşuna kadar Sünnî itikadı savunan Abdullah b. Küllâb el-Basrî, Haris el-Muhâsibî ve Ebü'l-Abbas el-Kalânisî gibi âlimler, Sünnî itikada yöneltilen itirazları cevaplandırmak düşüncesiyle kelâm öğrenmişler ve selef mezhebinin akidelerini kelâm delilleriyle teyit etmeye başlamışlar, böylece bir asır sonra gelecek olan Sünnî kelâmcılara zemin hazırlamışlardır. İbn Küllâb, Selefiyye ile Mutezile arasında yer almış, Allah'ın sübûtî sıfatlan konusunda selefe tâbi olurken fiilî sıfatlarda Mu'tezile'nin görüşünü benimsemiş ve Eş'ar’ye öncülük etmiştir. Sehristânî, İbn Küllâb'ın bu görüşlerini benimseyenleri “Cemâatü'l-Küllâbiyye” diye adlandırmakta ve onları selef kelâmcıları olarak kabul etmektedir. [96]

Eş'arî ve Mâtürîdî ekollerinin kuruluşu ile Sünnî akideden bahseden ilim kelâmı bir özellik kazanmıştır. Ancak sayılan az da olsa daha ziyade Hanbelîler'in oluşturduğu selef âlimleri ve muhad-disler akaid tarzında eser telifine devam etmişlerdir. Bunlar arasında İsmail b. Abdurrahman es-Sâbûnrnin Akîdetü's-selef ve aşhâbi'I-hadîş'l, Beyhaki'nin el-Esmâ ve'ş-şıfâtve el-Vtikâd, İbn Kudâme'nin Lüm'atü'I-i'tikâd'ı sayılabilir. Müteahhir selef âlimlerinin Öncüsü sayılan İbn Teymiyye de akaidle ilgili pek çok eser yazmış, ayrıca çeşitli eserlerinde akaid konularına temas etmiştir. Bunlar arasında özellikle el-'Akîdetü'l-Vâsıtıyye's selef akidesini hülâsa eden bir risaledir. Bir diğer selef âlimi olan Şevkânrnin de selef akidesine dair eserleri vardır. Çağdaş müelliflerden Seyyid Sâbık'ın el-Akâ'idü'l-İslamiyyesi ile Abdurrahman Haben-neke el-Meydânînin el-QAkîdetü'l-İslâmiyye'sl iman esaslarını nakle dayalı olarak anlatan akaid tarzında eserlerdir.

Sünnî kelâm dönemine ait olmakla beraber Eş'arnin ei-İbâne'sı, Ebü'l-Leys es-Semerkand’nin el-Akıde'si, Cüveyn’nin el-'Akidetü'n-Nizâmiyye'si, İbn Tûmert'in el-Akîde's. Ebü'l-Berekât en-Nesefî'nin el-cumde'si, Nesef’nin Akâ’id'i, îcanin el-Akâ'idü'l-Adudiyye'si, Senurnin Akâ’id'i. Birgivrnin Vaşiyye'si, Lekân’nin Cevheretü't-tevhîd'i de akaid tarzında eserler arasında mütalaa edilebilir.

Hicrî VIII. yüzyıldan itibaren kelâm ilminde şerh ve derlemecilik dönemi başlamış, bu dönemde ayrıca isbât-ı vâcib, elfâz-ı küfür, kader, esmâ-i hüsnâ, rüyetullah. ismetü'l-enbiyâ vb. konularda müstakil risalelerin yazılmasına önem verilmiştir. Ancak bu tip eserler daha çok kelâm metoduyla işlenmiştir.

Akaid literatürü İslâmî ilimler içinde geniş bir yer tutar. İlk dönemlerden itibaren “Kitâbü't-tevhîd”, “Kitâbü's-sünne”, “Akide”, “Usûtü'd-din”, “el-Fıkhü'l-ekber” vb. adlarla muhtelif akaid eserlerinin meydana getirildiği bilinmektedir. Yine ilk dönemlerden itibaren belki akaidden de önce meydana getirilen ve bugün birçoğuna sahip olduğumuz mezhepler tarihi kitapları da akaid eserleri kabul edilmelidir. Aradaki fark, bu sonuncu eserlerin iç plan açısından akaid meselelerini değil de bunları kendi açılarından yorumlayan şahıs veya fırkaları esas alarak görüşlerine dolaylı şekilde yer vermeleridir. Müslüman halka belli bir seviyede dinî bilgi kazandırmak ve onların dinî hayatlarını tanzim etmek maksadıyla kaleme alınan ilmihal kitapları da ibadet, ahlâk, helâl-haram ve bazı muamelât konularının yanında akaid meselelerine de yer vermiş ve büyük kitlelerin bu alandaki ilk ihtiyaçlarını karşılamıştır.

Hadis kitaplarının pek çoğunda da akaid konularıyla ilgili özel bölümler mevcuttur. Kütüb-i Sitte, İmam Mâlik'in el-Muvatta’ı ve Dârimrnin es-Sünen'i gibi yaygın hadis eserlerinde çeşitli bölümler (kitab) akaid konularına ayrılmıştır. Bu konular genellikle, itikad sahasında bid'atten sakınıp sünnete uymak [97], iman [98] kader, kıyamet alâmetleri [99], âhiret hayatı, cennet ve cehennem meseleleridir.

Akaid konularını inceleyen İslâmî ilimlerden biri de tasavvuftur. Bu inceleme, Kelâbâzînin et-Tacamıfunda olduğu gibi, ya akaid konularının tamamının ele alınması veya tevhid, iman, ilim ve marifet, irade, kader, keramet, ruh, keşf vb. konular işlenirken sûfilerin itikadı görüşlerinin zikredilmesi şeklinde olmaktadır. Tasavvuf düşüncesindeki gelişmeye paralel olarak mutasavvıfların akaidle ilgili görüş ve fikirlerinde birtakım değişiklik ve farklılıklar da olmuştur. Tasavvuf kitaplarındaki akaidle ilgili konular daha ziyade yazarının itikadî mezhebi doğrultusunda ele alınmıştır. Akaid meselelerine yer veren tasavvuf eserlerine örnek olarak Kelâbâzfnin et-Tacarruf mezhebi ehli't-tasavvuf'unu, Hücvîrî'nin Keşfü'l-mahcûb'unu. Kuşeyrî'nin er-Risâle'sini, Gazzâli’nin İhyâlü'ulûmi'ddin'ini, İbnü'l-Arab’nin Fusûsü'l-Hikem'ini ve İmam Rabbâni’nin Mektûbât'ını zikretmek mümkündür.

İslâm filozofları da eserlerinin metafizikle ilgili bölümlerinde İslâm akaidinin üç ana konusunun her birine dair görüş ve yorumlarını ortaya koymuşlardır. Allah'ın varlığı, birliği ve sıfatlan, birlikten çokluğun doğuşu (sudur teorisi), vahyin mahiyeti ve peygamberin özellikleri, âhiretin gerçekleşme şekli, cennet ile cehennemin ve bunlardaki nimet ve azabın özelliği gibi konular filozofların en çok ilgi gösterdikleri akaid meseleleridir. İslâm filozofları akaid konularını kendi felsefî sistemlerinin çerçevesi içinde ve kendilerine has aklî istidlaller ile ele alıp işledikleri için çoğu zaman nasların beyanlarına ters düsen sonuçlara varmışlar ve te'vil metodunu fazlaca kullanmaya mecbur olmuşlardır. Bu sebeple de başta Gazzâlî ve İbn Teymiyye olmak üzere İslâm âlimlerinin sert tenkitlerine mâruz kalmışlardır. Bununla beraber akılcı bir ekol kurmayı başaran Mutezile kelâmcılan ile İslâm filozoflarının çalışmaları Ehl-i sünnet âlimlerini sistemli ve tenkitçi bir zihniyetle çalışmaya sevketmiştir.

İslâm tarihi boyunca, özellikle eğitim ve öğretim çalışmalarında ezberleme kolaylığı sağlayan ve uzun süre hafızada kalabilen manzum akaid kitapları da yazılmıştır. Arapça, Farsça ve Türkçe olan bu eserler genellikle aruz ölçüsüyle kaleme alınmıştır. Ebû Dâvûd es-Si-cistânî'nin oğlu Abdullah'a ait manzum selef akîdesi, İbn Ebû Ya'lâ'nın Tabaka-tü'I-HanâbiIe'sinde yer almıştır ili, 53-54. ÛşI'nin el-Emâlî'si ile Hızır Bey'in el-Kaşîdetü'n'nûniyye'si Mâtürîdî ekolüne, Lekânfnin Cevherelü'Mevlid'i de Eş'arî ekolüne bağlı manzum akaid kitaplarına örnek olarak gösterilebilir. XVII. yüzyıl şairlerinden olan ve Rızâî mahlasıyla anılan Tokatlı İshâk-ı Zencânrnin Manzûme-i Akâid de Mâtürîdî akaidini yansıtan Türkçe manzum akaid risalelerinin en önemlilerindendir. Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Mârifetnâme'sinde bulunan Türkçe manzum akaid de bir Mâtürîdî akaididir. [100]

DİA
 
SON KONULAR
Akropol bởi Talebe,
Ahura Mazda bởi Talebe,
Agora bởi Talebe,
AET bởi Talebe,
Acemi Oğlan Kethüdası bởi Talebe,
Abu Simbel Tapınağı bởi Talebe,

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt