Adâletnâme

ADÂLETNÂME


Devlet otoritesini temsil edenlerin halka karşı bu otoriteyi kötüye kullanmalarını, olağan üstü tedbirlerle yasaklayan umumi mahiyetteki padişah fermanı.

Adâletnâme. kökü eski İran İmparatorluklarına uzanan Ortadoğu devlet ve hükümdar anlayışının en belirgin özelliğidir. Burada hükümdarın mutlak otoritesi, haksızlığın kaldırılmasında en son tedbir olarak görülür. Zulmü gidermek, kuvvetlinin zayıfı ezmesine meydan vermemek, halkın can ve mal emniyetini sağlamak, devlet anlayışı olarak ön planda tutulur. Öte yandan Türk ve Moğol devlet geleneğinde de adalet, değişmez bir töre ve yasanın tarafsızlık ilkesi ile uygulanması şeklinde anlaşılır. Bu görüş, eski İran devlet anlayışı ile bağdaşarak Ortadoğu'da kurulmuş Türk-İslâm devletlerinde de hâkim olmuştur.

Bu devlet anlayışı aynı zamanda birtakım kurumların ortaya çıkmasına sebep olmuştur ki bunların başlıcaları Dârüladl, Dîvân-ı Mezâlim. Dîvân-ı A'lâ. teftîş-i memâlik ve adâletnâme ilânı şeklinde kendini gösterir. Sâsânî İmparatorluğu'nda her ayın ilk haftasında halktan herhangi bir kimse, hükümdarın maiyetinde toplanan yüksek divana çıkmak ve şikâyetini doğrudan ona iletmek hakkına sahipti. İslâm devletlerinde hükümdarın bizzat başkanlık ettiği ve halkın şikâyetini dinleyip hüküm verdiği Dârüladi, Dîvân-ı A'lâ veya Dîvân-ı Mezâlim de bu geleneğin bir nevi devamı idi. Bu toplantılarda gerek idareye, gerekse devlet sorumlularına karşı her türlü şikâyet yapılabilirdi. Bazı İslâm hükümdarları, meselâ Halife Mehdî ve Nûreddin Zengî buna çok önem verirdi. Mısır'da bu olağan üstü toplantıların yapıldığı özel daireye Dârüladl denirdi. Büyük Selçuklu hükümdarları haftada iki gün halkın şikâyetlerini (mezâlim) dinlerdi. Anadolu Selçuklulan'nda ise hükümdar, eski Sâsânî hükümdarları gibi yıida bir defa mahkemeye gider. kadı karşısında ayakta durur ve davacı varsa kadı tarafından verilen hüküm yerine getirilirdi. O durumda hükümdarlık haşmet ve merasimi bir tarafa bırakılırdı. İlk Osmanlı padişahlarından Orhan ve II. Murad. sabahları saray kapısı önünde yüksek bir yere çıkarak doğrudan halkın şikâyetlerini dinlerlerdi. Osmanlılar'da Dîvân-ı Hümâyun'un ilk ve aslî görevi de şikâyetleri dinleyip halletmekti. Osmanlı padişahları divanda başkanlık vazifesinden çekildikten sonra, davaları kasr-ı adalet veya adalet köşkü denilen bir yerde divana açılan pencere arkasından dinlemeyi en önemli görevleri saymışlardır.

İşte adâletnâme de padişahın ülkesinde adaleti kurmak için başvurduğu tedbirlerden biri idi. Osmanlılar'dan önce. hükümdarlar birtakım haksızlıkların ve bilhassa haksız vergilerin kaldırıldığını ilân eden hükümler çıkarır, bunları eyaletlerde herkesin görebileceği yerlere, büyük camilerin duvarlarına veya şehirlerin giriş kapısına taş kitabe halinde koyarlardı. Bu geleneğin devamı olarak Osmanlılar'da da adâletnâme, yaygın bir hal alan bazı haksızlıkların padişah tarafından yasaklandığını, halka ve görevlilere bildiren genel bir beyanname idi. Kanunnâmelerde belirtilmiş olan hükümlere aykırı vergi toplanması, bid'at denilen sonradan ortaya çıkmış ve halka ağır gelen yükümlülükler, neşredilen bu tip fermanlarla yasaklanmaktaydı. Hatta bazı sancak kanunnâmelerinde de tahrir memurlarının tesbit ettiği haksız uygulamalar ve bid'atların ortadan kaldırıldığına dair adâletnâme metinleri bulunmaktaydı.

Adâletnâme veya adalet hükmü, padişahın verdiği emir olup diğer fermanlarla aynı özelliği gösterir; ancak berat gibi üçüncü şahıslara değil, doğrudan doğruya bütün idarecilere veya belli bir bölgenin yöneticilerine hitap eder. Bu da idaredeki suistimallerin genel olarak önlenmesi gayesini ön plana çıkarır. Adâletnâmelerin yayımlanmasında yaygın hale gelen suistimaller. padişah katına yapılan toplu şikâyetler, teftişler sonunda tesbit edilmiş haksız uygulamalar esas teşkil eder. Ayrıca tahta yeni çıkan padişah da âdil bir saltanat devri açmak istediğini göstermek için genel mahiyette bir adâletnâme çıkarabilir. Adalet fermanı hüküm sahibi yüksek idarecilere, yani şeriat ve kanuna göre hüküm verme yetkisini taşıyan kadılara, bedenî cezaları uygulama yetkisi bulunan beylerbeyi ve sancakbeyle-rine veya bunların adamlarına yazılırdı. Hükmün konusu, genellikle bu otorite sahiplerinin kendilerinin veya başkalarının yaptıkları zulüm ve haksızlıkların onlardan sorulmasıdır. Çünkü onların görevi zulmü önlemektir. Bu sebeple adâletnâmelerde. “Almayasız ve aldırmayasız”, “Etmeyesiz ve ettirmeyesiz” gibi ibarelere sık sık rastlanır. Bu fermanların halka duyurulması şarttır; hatta isteyen, kadı siciline kaydedilmiş olan adâletnâmenin bir suretini de alabilir. Tipik adâletnâme hükmü, bu gibi ilân emri taşıyan vesikalardır. Bunlarda emrin mutlaka yerine getirilmesi istenir ve bu yapılmadığı takdirde, ilgili yöneticilere sert cezalar verileceği bildirilir. Hatta bazılarında padişahın, emirlerinin yerine getirilip getirilmediğini gizlice teftiş ettireceği de yazılıdır.

Adâletnâmeler muhteva bakımından kanunların teyidi niteliğini taşımakla beraber bazan yeni kanunları da ihtiva edebilir. Genel mahiyette emirler olmaları onları kanunlara çok yaklaştırır. Fakat bu umumi emirler idare ve idareciler hakkındadır ve kamu hukukunu ilgilendirir. Osmanlı kanunlarının genel prensiplerini bazı özel durumlarda uygular ve yorumlar. Vergi yolsuzlukları, salmalar, kadıların yaptıkları suistimaller. angarya hizmetler halk ve askerî zümre arasında sürekli olarak çatışma konusu olmuş, özellikle XVI. yüzyılda devlet için genel bir huzursuzluk, hatta felâket halini almıştır. Bunların önlenmesi umumi adalet fermanlarının ana konusunu teşkil etmiş, ayrıca yeniçeri ve diğer askerî zümrelerin, halkı kaçmış köylerde çiftlik kurmaları gibi bazı hususi şartlar neticesi ortaya çıkmış meselelerin halli için de adalet fermanları neşredilmiştir. Neşredilen adâlet-nâmelerde yasaklanan haksızlıklar, su-istimalier ve bid'atlar halka ağır gelen angaryalar, halka “Salınan” olağan üstü nakdî ve aynî vergiler yani salgunlar, idarecilerin kendi adlarına zorla para ve mal toplamaları, kadıların görevlerini kötüye kullanmaları, hububat vb. mahsullerden öşür alınması sırasında yapılan yolsuzluklar, kadı ve nâiblerin kanunlara aykırı hükümler vermeleri, devre çıkıp (bk. devre çıkma) halka zulüm yapmaları, fazladan para toplamaları, zuhurata bağlı “Bâd-ı hevâ” vergilerinden ve suçlulardan alınan cerîme vergilerindeki haksız uygulamaları içine almaktadır. Ayrıca ehl-i örf adı verilen beylerbeyi ler. sancakbeyi eri. timarlı sipahiler, şehir ve kasabalarda yerleşmiş kapıkulu mensuplarının zor kullanarak halka zulmetmeleri karşısında bunların şiddetle cezalandırılması, hatta bizzat halkın kendi aralarında bir yiğitbaşı seçip onlara mukavemet etmeleri gibi hükümleri de ihtiva eder. Bundan başka adalet hükümlerinin konulan arasında, zorla nikâh resmi (vergisi) alınmasının ve tefeciliğin önlenmesi de bulunmaktadır.

Adâletnâmeler, özellikle devletin buhranlı yıllarında halkı korumak, idarecilerin yolsuzluklarını, halka zulmetmelerini, kanunların usulsüz uygulanışını önlemek için çıkarılmış genel mahiyetteki fermanlar olarak Osmanlı hukuk anlayışını göstermeleri bakımından önemlidir. [471]

dvia
 
Adaletnâme : Osmanlı Devleti’nde kanunların uygulanması ve tebaanın haksızlığa düşmemesi için zaman zaman çıkarılan buyruk.
 
Adaletname

Padişah veya halifelerin; kanunları uygulamayan ve görevlerini kötüye kullanan devlet adamlarını uyarmak veya tahta çıktıkları zaman devleti adaletle idare edeceklerini bildirmek için yayınladıkları yazılı emir. Adalet hükmü.




Hüsn-i niyet sahibi hükümdarların, İslamiyet'ten önceki devirlerde, adaletname türünden belgeler veya sözlü ifadelerle, idare ettikleri toplumları zulümden korumaya çalıştıkları görülmektedir. Peygamber efendimiz de, kendisine nazil olan Kur'an-ı kerimle ve hadis-i şerifleriyle insanlara zulmetmemeyi, adil davranmayı emir buyururlardı. Dini âlemşümul olduğu gibi, getirdikleri ve söyledikleri de bütün insanları içine alırdı. Veda hutbesi bu hususta bir örnek olarak söylenebilir. Hülefa-i Raşidin'in de, bu yolda güzel sözler söyledikleri ve yazılı belgeler verdikleri bilinmektedir. Ayrıca adaleti temin etmek ve idare ettikleri insanların durumlarından haberdar olmak için, onlara kapılarını daima açık tuttukları da bilinen diğer bir husustur. Halktan herhangi bir kimse, istediği zaman halifenin huzuruna çıkıp bizzat halifenin yaptığı bir işten veya diğer idarecilerden şikayetçi olabilir, hakkını rahatlıkla isteyebilirdi. Bu geleneğin devamı olarak, sonraki devirlerde hükümdarlar, "Divan-ı Mezalim", "Divan-ı Adl", "Divan-ı Ala" gibi isimlerle mahkemeler kurarlar, bizzat kendileri halkın şikayetçilerini dinlerler ve gerekli tedbirleri alırlardı. Bu şekilde divan tertibine, Halife Mehdi ile Nureddin Zengi'nin çok riayetkâr olduğu bilinmektedir. Selçuklu sultanları ve diğer Türk sultanları da, adalet divanları teşkil edip tebaalarının daha huzurlu bir hayat sürmesi için gayret gösterirlerdi.

Bütün güzel adet ve gelenekleri, en güzel şekliyle alıp uygulamakla tanınan Osmanlı hükümdarları da, insanları rahat bir ortamda huzur içinde yaşatmak gayretinde idiler. Devlet merkezindeki halkın durumunu yakından takip eden Osmanlı sultanları, ülke büyüyüp merkezden uzak yerlerde karışıklık ve yer yer haksız davranışlar görülmeye başlayınca, ilgili yerlerin idarecilerine, adaletname adı verilen yazılı belgeler göndermeye başladılar.

Adaletnameler, üç bölüm halinde hazırlanırdı. Birinci bölümde, şikâyetler sıralanır ve belgenin gayesi belirtilir; ikinci bölümde, şikâyetlerin değerlendirilmesi neticesinde yasaklanan veya serbest bırakılan hareketler zikredilirdi. Üçüncü bölümde ise, emirlerin tatbik edilmemesi neticesinde verilecek cezalar yazılırdı.

Adaletnameler, kadılar tarafından şer'iyye sicillerine işlenirdi ve isteyen herkese ücretsiz bir nüsha verildiği gibi, herkesin dinleyebileceği bir meydanda okunması mecburi idi. Adaletnamelerde beylerbeyi, sancakbeyi, kadı gibi idarecilere, kimseye zulmetmemeleri ve zulmettirmemeleri emredilirdi. Ayrıca adaletnamelerde belirtilen hükümlerin uygulanıp uygulanmadığı, merkezden gönderilen müfettişler vasıtasıyla gizlice teftiş edilirdi.

Osmanlılar'da bilinen ilk adaletname, Yavuz Sultan Selim Han devrinde, Eflaklar için yayınlandı. Daha sonraları buhran büyüyüp anarşi arttıkça, adaletname sayısı da arttı. Çıkarılan adaletnamelerde, idareciler kontrol altında tutulmaya, Müslim-gayrimüslim ayırmaksızın, tebaaya huzurlu bir ortam sağlanmaya çalışıldı.

Osmanlı adaletnamelerinin yayınlanmasına sebep olan şeylerden bazıları şunlardır:

1. Vergi yolsuzlukları ve vergi olarak toplanan malların, halka, zorla, uzak mesafelere kadar taşıttırılması, 2. Kadı naiblerinin sık sık teftişe çıkıp halkı rahatsız etmeleri, 3. Muhtelif devlet memurlarının; suçlulardan, kadılardan izinsiz cerime almaları, 4. Bid'atlerin yani sonradan ortaya çıkıp, halkın dinine, itikadına uymayan şeylerin ve hurafelerin yaygınlaşması, 5.Memurlukların, yakınlara (dost, akraba) verilmesi veya fahiş fiyatlarla satış yapılması, 6. Rüşvet, 7. Timarlı sipahiler, beylerbeyiler, sancak beyleri, mütesellimler, subaşılar, kethüdalar, kadılar, naibler, kassamlar, amiller, muhassıllar ve mübaşirler gibi memurların halktan, ücretsiz yem ve gıda maddeleri almaları.

1516 senesinde yayınlanan Eflaklar (Karadağ-Romanya bölgesi sakinleri) adaletnamesinde yasaklanan suiistimaller ve bid'atler sırasıyla şunlardır:

1. Semendire sancağını yazmış olan eminler tarafından, yeni deftere, sancak beyi için, harman vaktinde her köyden belli mikdarda arpa, buğday tayin edilmiştir. Bunun dışında hiç kimse halktan fazla bir şey istemeyecektir. Bal, yağ, koyun, kepenek gibi şeyler almayacaklar, kadılar da bunları önleyeceklerdir. Fakat paraları ile almak isterlerse, reaya ve Eflaklar da satmaktan çekinmeyeceklerdir.

2. Kanuna göre, elli evden bir kişi olarak alınan hizmetçiye gelince, beyler daha çok hizmetkâr istemekte ve daha uzun zaman hizmette tutmağa çalışmaktadırlar. Yahut sancak beyi, hizmetkâr yerine bazen para almak istermiş. Bu da yasak edilmiştir. Kanuna göre işlem yapılacaktır.

3. Padişah kapısına mahpus göndermek veya sair devlet hizmetleri için, davar ve adam gerekirse, lüzumu kadar alınacak, bu bahane ile fazla davar çıkarmak veya karşılığında para istemek gibi yollara gidilmeyecektir. Sancak beyinin, kendi hizmeti için, davar ve adam istemesi yasaktır.

4. Eflakların, hane başına ödedikleri flori resmini toplamak için gidenler, her yerin kadısı ile birlikte bu resmi toplayacaklar ve kendileri için, hane başına sadece bir akçe florici, bir akçe kâtibi alacaktır. Ayrıca, bahşiş veya başka adlar altında, hiçbir şey istemeyeceklerdir.

5. Eflaklar, sancak beyine ev yapmak mecburiyetinde değillerdir. Ancak, voyvoda için, her nahiyede belli bir yerde nahiye halkı bir ev yapar ve tamirine bakar. Her gelen voyvoda orada oturur.

6. Voyvoda, halktan istediğini parası ile ala. Para cezası veya siyaset cezaları hususunda, kadının izni olmadan, kendiliğinden hareket etmeye ve reayayı tutuklamaya. Voyvodalar zorla ot, arpa, saman ve tavuk almayalar.

7. Eflakların çayırlarına, bahçelerine, tahıllarına ve terekelerine ve otlaklarına, sancak beyi ve adamları at salıverip zarar verdirmeyeceklerdir. Seyislerin reayadan yem ve yiyecek almasına müsaade etmeyeceklerdir.

8. Domuzlar, bir kimsenin tımarında otlamıyorsa, otlak hakkı alınamaz.

9. Yeni gelen voyvodanın, primi (köy kethüdaları) birer karın yağ, birer kebe (kepenek) alması da yasaklanmıştır.

10. Muharebe zamanında sancak beyleri, voyvodaları ve subaşıları, knezler (nahiye kethüdaları) ve primikurlar, Eflakların zorla atlarını, silahlarını alıyorlarmış. Bu da men edilmiştir.

11. Hıristiyan köylerinde oturan Müslümanlardan Hıristiyanlara zarar gelmiyorsa yerlerinde kalabilirler. Aksi halde yerlerinden göçürülecek, Müslümanlar bir arada oturacaklardır.

12. Bu adaletname ile, eski Despot Kanunu da kaldırılmıştır. (Despot Kanunu, bazı davaları, Eflakların kendi aralarında halletmeleridir. Bu adaletname ile her türlü ihtilafın kadı ve sancak beyi marifetiyle halledilmesi emredilmektedir).
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt