II. OSMANLI DEVLET TEŞKİLATI
A)OSMANLI SALTANATI
Osmanlılar Oğuzların Kayı boyuna mensuptular. Kayılar, Avşar, Beydili ve Yıva boylan ile birlikte hükümdar çıkaran boylardandı. Dolayısıyla başlangıçtan itibaren saltanatta eski Türk âdet ve gelenekleri tatbik edilmiştir. Ailenin reisi olan ve “Ulu Bey” ismini taşıyan kişi aynı zamanda memleketin de idarecisi olmuştur. Bu şekil Osmanlı Beyliği'nin ilk zamanlarında görülmekle beraber, asıl olan, saltanatın hükümdar bulunan kimsenin oğullarına geçmesi şeklidir. Ancak bir veliaht tayini görülmez. Devlet adamları ve askerlerce sevilen ve takdir edilen şehzade hükümdar olur, diğerleri bir isyan hadisesinin önüne geçilmek için öldürülürdü (Kardeş katli Yıldırım Bayezid zamanından beri tatbik edilmekle beraber Fatih Kanunnamesiyle yazılı hale getirilmiştir. Bu Kanunnamede: “Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, Karındaşlarını nizâm-ı âlem içun kati etmek münâsibdir. Ekser ulemâ dahi tecviz etmiştir. Anınla âmil olalar” şeklindeki kayıtla memleketin selâmeti için kardeş katline izin verilmiştir).
Kuruluşta, ilk devirlerde Ahî teşkilâtının da hükümdar seçiminde rolü görülmüştür. Ayrıca çok nadir olmak üzere, padişahların yerlerine geçecek şehzadeyi devlet ileri gelenlerine vasiyet ettikleri olmuştur. Meselâ Çelebi Mehmet, yeni bir kardeş kavgasının önüne geçmek için, oğlu Murad'ın hükümdar olmasını istemişti. Bu şekliyle Osmanlı saltanat usulü, Orta Asya Türk devletleri geleneğinden ayrılarak, hâkimiyetin bölünmezliği ilkesine dayalı İslâm hukukunu benimsemiştir.
Padişah töreye göre memleketin sahibi sayılırdı. Bu sebeple tebaasının canı ve malı üzerinde tasarruf hakkı vardı; vasıtalı veya vasıtasız bunu kullanırdı. Her türlü kuvvet padişahın elindeydi. Fakat bunu keyfî olarak değil, kanun, nizam ve ananelere dayanarak ve muamelâtın icaplarına göre yürütürdü. Devlet işlerinde kesin bir karar vermeden önce, işler divanda incelenir ve bundan sonra son karar hükümdarın olurdu. Hükümdarın herhangi bir mesele hakkında verdiği karar ve kat'î olarak beyan ettiği fikir kanundu. Bununla birlikte Padişah devlet işleriyle ilgili meselelerde, şer’i ve hukukî konularda gerekli kimselerle görüşüp fikir alırdı. Bu durumdan anlaşılacağı üzere, zahiren geniş ve hudutsuz yetkiye sahip görünen padişah, aslında bir takım kanunlara bağlıydı. Osmanlı hükümdarlarının ilk ve en kudretli zamanlarında bile divan kararlarına uydukları ve bunun haricine çıkmadıkları görülmüştür.
XVI. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı padişahları şehzadeliklerinde, sancakbeyciliği ve savaşlarda ordu kollarında kumandanlık ederek memleket idaresinde ve muharebe usullerinde tecrübe kazanırdı. Bu sebeple başlangıçta hükümdarlar teşkilâtçı özelliğe sahip birer idareci idiler. Bundan dolayı da kıymetli devlet adamlarını çevrelerine toplamışlardı.
Osmanlı hükümdarları ordularının bizzat başkumandanı idiler; büyük ve mühim seferlere kendileri giderler, küçük seferlere ise salâhiyetli bir kumandan tayin ederlerdi. Padişahların seferleri terk ettikleri andan itibaren ise başkumandanlık Serdar-ı Ekrem unvanıyla ve kendi yetkilerini haiz veziriazam tarafından yürütülürdü.
Fatih zamanına kadar devlet idaresinde hüküm ve nüfuz Türk vezir ve beylerinin ellerinde iken, II. Murad zamanından itibaren devşirmeden yetişen devlet adamları onların yerini almıştır. Nitekim 1444'de, II. Mehmed'in birinci defaki hükümdarlığında, Rum asıllı Zağanos Mehmed Paşa'nın fazla itibar görmesi, Veziriazam Çandarlızâde Halil Paşa ile diğer devlet erkânının anlaşarak II. Murad'ı Varna savaşına getirip daha sonra tekrar hükümdar ilân etmelerine yol açmıştır. İstanbul'un fethini müteakip Halil Paşa öldürülüp diğer Türk devlet adamları işbaşından uzaklaştırılınca meydan devşirmeden yetişmiş olanlara kalmış ve bundan sonra tam manisiyle Osmanlı saltanatı başlamıştır.
II. Murad da dâhil olmak üzere 1451 senesine kadar gelen Osmanlı hükümdarları daimî surette halkla temas ederler, divanda bizzat dava dinleyip devlet işlerini görürler ve savaş meydanlarında askerlerine silah arkadaşı olurlardı. Fatih Sultan Mehmed saltanat usulünü kabul ile divan müzakerelerini terk ederek başkanlığı veziriazama bırakmıştır.
Böylece hükümdarla reaya arasındaki görüşme ancak cuma namazlarına münhasır kalmıştır. Bununla birlikte bayramlarda padişahlar Alay meydanında taht kurarak halkla bayramlaşmalardır (Bu hususta Fatih Kanunnamesi’nde “Ve bayramlarda meydan-ı Divan’a taht kurulup çıkmak emrim olmuştur” şeklinde kayıt bulunmaktadır).
Ayrıca Fâtih, müftiye, vüzerâya, kadıaskerlere, başdefterdara, nişancıya ve padişah hocalarına ayağa kalkmak usulünü kabul etmiştir
B)OSMANLI ŞEHZADELERİ
XIV. asrın sonlarıyla XV. asırda diğer Anadolu Beylikleri'nde de görüldüğü gibi Çelebi unvanıyla da anılan Osmanlı padişah çocuklarına şehzade ismi verilmekteydi.
Şehzadeler babalarının sağlığında yüksek bir sancağın idaresine (sancağa çıkma) tayin edilirler ve bu suretle bütün askerî ve idarî işlerde yetiştirilirlerdi. Takriben on-onbeş yaşlarında gönderildikleri sancaklarda kendilerine yardımcı olmak ve yetiştirmek üzere lala ismi verilen tecrübeli bir devlet adamı maiyetinde bulunurdu. Sancaktaki şehzadelere Çelebi Sultan denilirdi. Şehzadelerden sancakbeyi olanların yanlarında nişancı, defterdar, reisülküttap v.s. kalem heyetiyle mîriâlem, mirahur, kapı ağası ve diğer bazı saray erkânı yer alırdı. Çelebi Sultanlar eğer yaşları müsaitse bizzat divan kurarlar ve kendi sancaklarına ait işleri görürlerdi. Yaşları küçük olanların bu işlerine lalaları bakardı. Sancağın bütün işlerinde söz sahibi olan lalalar, devletçe itimat edilen vezirlerden tayin edilirdi.
Şehzadeler kendi sancaklarında zeamet ve tımar tevcih edebilirler, berat ve hüküm verip bunlara isimlerini havi tuğra çekebilirlerdi. Ancak yapacakları bu tayin ve tevcihlerde devlet merkezine bilgi vermek ve asıl deftere kaydettirmek mecburiyeti vardı.
XV.yüzyıl ortalarına kadar duruma göre İzmit, Bursa, Eskişehir, Aydın, Kütahya, Balıkesir, Isparta, Antalya, Amasya, Manisa ve Sivas gibi şehirler başlıca şehzade sancakları olmuştur. Şehzadelere Rumeli'de sancak verilmemiştir.
Osmanlı şehzadeleri, ya babalarıyla veya yalnız olarak sefere giderlerdi. Babalarıyla sefere katıldıkları zamanlarda ordunun yanlarında, bazen gerisindeki kuvvetlere kumanda ederdi. Her Osmanlı şehzadesi, veliaht tayini usulü olmadığı için hükümdar olma hakkına sahipti. Bu sebeple hükümdar olana karşı, diğer kardeşlerin zaman zaman saltanat iddiasıyla ortaya çıktıkları görüldüğü gibi, babasına karşı hükümdarlık mücadelesine girenler de mevcuttu.
A)OSMANLI SALTANATI
Osmanlılar Oğuzların Kayı boyuna mensuptular. Kayılar, Avşar, Beydili ve Yıva boylan ile birlikte hükümdar çıkaran boylardandı. Dolayısıyla başlangıçtan itibaren saltanatta eski Türk âdet ve gelenekleri tatbik edilmiştir. Ailenin reisi olan ve “Ulu Bey” ismini taşıyan kişi aynı zamanda memleketin de idarecisi olmuştur. Bu şekil Osmanlı Beyliği'nin ilk zamanlarında görülmekle beraber, asıl olan, saltanatın hükümdar bulunan kimsenin oğullarına geçmesi şeklidir. Ancak bir veliaht tayini görülmez. Devlet adamları ve askerlerce sevilen ve takdir edilen şehzade hükümdar olur, diğerleri bir isyan hadisesinin önüne geçilmek için öldürülürdü (Kardeş katli Yıldırım Bayezid zamanından beri tatbik edilmekle beraber Fatih Kanunnamesiyle yazılı hale getirilmiştir. Bu Kanunnamede: “Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, Karındaşlarını nizâm-ı âlem içun kati etmek münâsibdir. Ekser ulemâ dahi tecviz etmiştir. Anınla âmil olalar” şeklindeki kayıtla memleketin selâmeti için kardeş katline izin verilmiştir).
Kuruluşta, ilk devirlerde Ahî teşkilâtının da hükümdar seçiminde rolü görülmüştür. Ayrıca çok nadir olmak üzere, padişahların yerlerine geçecek şehzadeyi devlet ileri gelenlerine vasiyet ettikleri olmuştur. Meselâ Çelebi Mehmet, yeni bir kardeş kavgasının önüne geçmek için, oğlu Murad'ın hükümdar olmasını istemişti. Bu şekliyle Osmanlı saltanat usulü, Orta Asya Türk devletleri geleneğinden ayrılarak, hâkimiyetin bölünmezliği ilkesine dayalı İslâm hukukunu benimsemiştir.
Padişah töreye göre memleketin sahibi sayılırdı. Bu sebeple tebaasının canı ve malı üzerinde tasarruf hakkı vardı; vasıtalı veya vasıtasız bunu kullanırdı. Her türlü kuvvet padişahın elindeydi. Fakat bunu keyfî olarak değil, kanun, nizam ve ananelere dayanarak ve muamelâtın icaplarına göre yürütürdü. Devlet işlerinde kesin bir karar vermeden önce, işler divanda incelenir ve bundan sonra son karar hükümdarın olurdu. Hükümdarın herhangi bir mesele hakkında verdiği karar ve kat'î olarak beyan ettiği fikir kanundu. Bununla birlikte Padişah devlet işleriyle ilgili meselelerde, şer’i ve hukukî konularda gerekli kimselerle görüşüp fikir alırdı. Bu durumdan anlaşılacağı üzere, zahiren geniş ve hudutsuz yetkiye sahip görünen padişah, aslında bir takım kanunlara bağlıydı. Osmanlı hükümdarlarının ilk ve en kudretli zamanlarında bile divan kararlarına uydukları ve bunun haricine çıkmadıkları görülmüştür.
XVI. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı padişahları şehzadeliklerinde, sancakbeyciliği ve savaşlarda ordu kollarında kumandanlık ederek memleket idaresinde ve muharebe usullerinde tecrübe kazanırdı. Bu sebeple başlangıçta hükümdarlar teşkilâtçı özelliğe sahip birer idareci idiler. Bundan dolayı da kıymetli devlet adamlarını çevrelerine toplamışlardı.
Osmanlı hükümdarları ordularının bizzat başkumandanı idiler; büyük ve mühim seferlere kendileri giderler, küçük seferlere ise salâhiyetli bir kumandan tayin ederlerdi. Padişahların seferleri terk ettikleri andan itibaren ise başkumandanlık Serdar-ı Ekrem unvanıyla ve kendi yetkilerini haiz veziriazam tarafından yürütülürdü.
Fatih zamanına kadar devlet idaresinde hüküm ve nüfuz Türk vezir ve beylerinin ellerinde iken, II. Murad zamanından itibaren devşirmeden yetişen devlet adamları onların yerini almıştır. Nitekim 1444'de, II. Mehmed'in birinci defaki hükümdarlığında, Rum asıllı Zağanos Mehmed Paşa'nın fazla itibar görmesi, Veziriazam Çandarlızâde Halil Paşa ile diğer devlet erkânının anlaşarak II. Murad'ı Varna savaşına getirip daha sonra tekrar hükümdar ilân etmelerine yol açmıştır. İstanbul'un fethini müteakip Halil Paşa öldürülüp diğer Türk devlet adamları işbaşından uzaklaştırılınca meydan devşirmeden yetişmiş olanlara kalmış ve bundan sonra tam manisiyle Osmanlı saltanatı başlamıştır.
II. Murad da dâhil olmak üzere 1451 senesine kadar gelen Osmanlı hükümdarları daimî surette halkla temas ederler, divanda bizzat dava dinleyip devlet işlerini görürler ve savaş meydanlarında askerlerine silah arkadaşı olurlardı. Fatih Sultan Mehmed saltanat usulünü kabul ile divan müzakerelerini terk ederek başkanlığı veziriazama bırakmıştır.
Böylece hükümdarla reaya arasındaki görüşme ancak cuma namazlarına münhasır kalmıştır. Bununla birlikte bayramlarda padişahlar Alay meydanında taht kurarak halkla bayramlaşmalardır (Bu hususta Fatih Kanunnamesi’nde “Ve bayramlarda meydan-ı Divan’a taht kurulup çıkmak emrim olmuştur” şeklinde kayıt bulunmaktadır).
Ayrıca Fâtih, müftiye, vüzerâya, kadıaskerlere, başdefterdara, nişancıya ve padişah hocalarına ayağa kalkmak usulünü kabul etmiştir
B)OSMANLI ŞEHZADELERİ
XIV. asrın sonlarıyla XV. asırda diğer Anadolu Beylikleri'nde de görüldüğü gibi Çelebi unvanıyla da anılan Osmanlı padişah çocuklarına şehzade ismi verilmekteydi.
Şehzadeler babalarının sağlığında yüksek bir sancağın idaresine (sancağa çıkma) tayin edilirler ve bu suretle bütün askerî ve idarî işlerde yetiştirilirlerdi. Takriben on-onbeş yaşlarında gönderildikleri sancaklarda kendilerine yardımcı olmak ve yetiştirmek üzere lala ismi verilen tecrübeli bir devlet adamı maiyetinde bulunurdu. Sancaktaki şehzadelere Çelebi Sultan denilirdi. Şehzadelerden sancakbeyi olanların yanlarında nişancı, defterdar, reisülküttap v.s. kalem heyetiyle mîriâlem, mirahur, kapı ağası ve diğer bazı saray erkânı yer alırdı. Çelebi Sultanlar eğer yaşları müsaitse bizzat divan kurarlar ve kendi sancaklarına ait işleri görürlerdi. Yaşları küçük olanların bu işlerine lalaları bakardı. Sancağın bütün işlerinde söz sahibi olan lalalar, devletçe itimat edilen vezirlerden tayin edilirdi.
Şehzadeler kendi sancaklarında zeamet ve tımar tevcih edebilirler, berat ve hüküm verip bunlara isimlerini havi tuğra çekebilirlerdi. Ancak yapacakları bu tayin ve tevcihlerde devlet merkezine bilgi vermek ve asıl deftere kaydettirmek mecburiyeti vardı.
XV.yüzyıl ortalarına kadar duruma göre İzmit, Bursa, Eskişehir, Aydın, Kütahya, Balıkesir, Isparta, Antalya, Amasya, Manisa ve Sivas gibi şehirler başlıca şehzade sancakları olmuştur. Şehzadelere Rumeli'de sancak verilmemiştir.
Osmanlı şehzadeleri, ya babalarıyla veya yalnız olarak sefere giderlerdi. Babalarıyla sefere katıldıkları zamanlarda ordunun yanlarında, bazen gerisindeki kuvvetlere kumanda ederdi. Her Osmanlı şehzadesi, veliaht tayini usulü olmadığı için hükümdar olma hakkına sahipti. Bu sebeple hükümdar olana karşı, diğer kardeşlerin zaman zaman saltanat iddiasıyla ortaya çıktıkları görüldüğü gibi, babasına karşı hükümdarlık mücadelesine girenler de mevcuttu.