- Katılım
- 13 Şub 2021
- Konular
- 50
- Mesajlar
- 4,860
- Çözümler
- 1
- Tepkime puanı
- 407
- Puanları
- 83
- Yaş
- 53
- Konum
- Türkiye
- Web sitesi
- tarihbilinci.com
- Meslek - Branş
- Tarih Öğretmeni
Yazarın son konuları
Tarih 9, Tarih 10, Tarih 11 Öğretim Programları (2024)
Ortaöğretim T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi (12. Sınıf)- 2024 Yılı Ders Programı
@Akıncı Vezir olmuştur
akıncı Yeni Çeri Ağası olmuştur
Ramazan Bayramı İdari İzin
2024 Yılı Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Özel Program ve Proje Uygulayan Eğitim Kurumlarına Yönetici Görevlendirme Kılavuzu
Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçme ve Görevlendirme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
Ders ve Ünitelere Göre Tasniflenen Sanal Müzeler, Öğrenci ve Öğretmenlerin Kullanımına Açıldı
Ortaöğretim T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi (12. Sınıf)- 2024 Yılı Ders Programı
@Akıncı Vezir olmuştur
akıncı Yeni Çeri Ağası olmuştur
Ramazan Bayramı İdari İzin
2024 Yılı Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Özel Program ve Proje Uygulayan Eğitim Kurumlarına Yönetici Görevlendirme Kılavuzu
Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçme ve Görevlendirme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
Ders ve Ünitelere Göre Tasniflenen Sanal Müzeler, Öğrenci ve Öğretmenlerin Kullanımına Açıldı
Tuğ
Ucuna at kuyruğu bağlanmış ve tepesine altın yaldızlı top geçirilmiş mızrak. Eski Türklerde hanlık alâmeti olarak kullanılan tuğun sayısı hanların büyüklüğü nispetinde artıp azalırdı. Osmanlılar'da tuğ; hükümdarlık, vezirlik, beylerbeylik, sancakbeylik ve daha umumî bir tabirle askerî vazife ve memuriyet alâmetiydi.
Tuğ, at kuyruğu kıllarından sanatkârane bir şekilde yapılırdı. Çok sayıda kıl, al renge boyandıktan sonra bunun tepesine beyaz ve siyah renkte ince kıllardan yapılan saçaklı bir başlık konulurdu. Bütün bunların üzerine bakırdan altın yaldızlı büyük bir top ve bazen da onun üzerine bir hilâl yerleştirilirdi. Top güneşi, hilâl ayı, at kılları da güneşin ışınlarını temsil ederdi. Tuğ, mızrak şeklinde bir sırığın ucunda taşınırdı. Osmanlıların tuğları 16. yüzyılda, baş tarafında bir yaldızlı top ile üzerinde gümüş hilâl bulunan (bazen hilâlsiz de olabilen) bir sırığa ve topun alt kısmına takılmış uzun ve boyalı at kıllarından müteşekkildi.
Padişah tuğuna “Tuğ-ı Hümâyun” denilirdi. Padişah sefere giderken, Tuğ-ı Hümâyunlar da beraber götürülür, bunun için de bir merasim yapılırdı. Bu merasim, 17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başı arasında şöyle yapılırdı: Padişah tuğlarından ikisinin çıkarılacağı vezir-i âzam, şeyhülislâm, kazaskerler, nişancı, defterdar, yeniçeri ağası ve ileri gelen devlet adamlarına söylendikten sonra, bunlar merasim elbiselerini giyerek muayyen zamanda sarayın orta kapısında beklerlerdi. Enderun’dan Tuğ-ı Hümâyunun hazırlandığı haberi gelmesi üzerine önde vezir-i âzam olmak üzere Babüssaâde'de Akağaların oturduğu aralıkta sedire oturup beklerler, bu sırada hassa müezzinleri Sûre-i Feth okumaya başlarlardı. Sûrenin okunması bittikten sonra, davetli şeyh efendilerin birinin duasını müteakip, Fâtiha sûresi okununca, ağalar Tuğ-ı Hümâyundan ikisini çıkarırlardı. Hemen devlet erkânı kalkıp, tuğları ağaların ellerinden alırlar, derhal birinciyi sadrazamla şeyhülislâm ve diğerlerini de vezirlerle kazaskerler birlikte Babüssaâde önündeki muayyen yerlerine dikerlerdi. Bunun üzerine dua edilip, merasim sona ererdi.
Padişahlar, 18. yüzyıldan itibaren, sefere gitmediklerinden, tuğları yalnız saraya dikilirdi.
Bir sefer esnâsında veziriâzamın tuğlarından birisi Paşakapısı önüne ve binek taşına dikilirdi. Bu münâsebetle merasim yapılıp, hafızlara Kur’ân-ı kerîm okutulur ve davet edilen din âlimlerinin duaları arasında sadrazamın tuğu mahalline konulurdu. Padişahlar, bizzat sefere gitmediği zaman, sadrazam, yalnız kendi tuğlarıyla hareket ederdi. Muharebe safında serdâr-ı ekremin tuğları yeniçerilerin arkalarında bulunur, tuğun dibinde mehterhâne ve daha arkada da sancak-ı şerîf ve serdar-ı ekremlik vazifesi de olan sadrazam bulunurdu.
Ucuna at kuyruğu bağlanmış ve tepesine altın yaldızlı top geçirilmiş mızrak. Eski Türklerde hanlık alâmeti olarak kullanılan tuğun sayısı hanların büyüklüğü nispetinde artıp azalırdı. Osmanlılar'da tuğ; hükümdarlık, vezirlik, beylerbeylik, sancakbeylik ve daha umumî bir tabirle askerî vazife ve memuriyet alâmetiydi.
Tuğ, at kuyruğu kıllarından sanatkârane bir şekilde yapılırdı. Çok sayıda kıl, al renge boyandıktan sonra bunun tepesine beyaz ve siyah renkte ince kıllardan yapılan saçaklı bir başlık konulurdu. Bütün bunların üzerine bakırdan altın yaldızlı büyük bir top ve bazen da onun üzerine bir hilâl yerleştirilirdi. Top güneşi, hilâl ayı, at kılları da güneşin ışınlarını temsil ederdi. Tuğ, mızrak şeklinde bir sırığın ucunda taşınırdı. Osmanlıların tuğları 16. yüzyılda, baş tarafında bir yaldızlı top ile üzerinde gümüş hilâl bulunan (bazen hilâlsiz de olabilen) bir sırığa ve topun alt kısmına takılmış uzun ve boyalı at kıllarından müteşekkildi.
Padişah tuğuna “Tuğ-ı Hümâyun” denilirdi. Padişah sefere giderken, Tuğ-ı Hümâyunlar da beraber götürülür, bunun için de bir merasim yapılırdı. Bu merasim, 17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başı arasında şöyle yapılırdı: Padişah tuğlarından ikisinin çıkarılacağı vezir-i âzam, şeyhülislâm, kazaskerler, nişancı, defterdar, yeniçeri ağası ve ileri gelen devlet adamlarına söylendikten sonra, bunlar merasim elbiselerini giyerek muayyen zamanda sarayın orta kapısında beklerlerdi. Enderun’dan Tuğ-ı Hümâyunun hazırlandığı haberi gelmesi üzerine önde vezir-i âzam olmak üzere Babüssaâde'de Akağaların oturduğu aralıkta sedire oturup beklerler, bu sırada hassa müezzinleri Sûre-i Feth okumaya başlarlardı. Sûrenin okunması bittikten sonra, davetli şeyh efendilerin birinin duasını müteakip, Fâtiha sûresi okununca, ağalar Tuğ-ı Hümâyundan ikisini çıkarırlardı. Hemen devlet erkânı kalkıp, tuğları ağaların ellerinden alırlar, derhal birinciyi sadrazamla şeyhülislâm ve diğerlerini de vezirlerle kazaskerler birlikte Babüssaâde önündeki muayyen yerlerine dikerlerdi. Bunun üzerine dua edilip, merasim sona ererdi.
Padişahlar, 18. yüzyıldan itibaren, sefere gitmediklerinden, tuğları yalnız saraya dikilirdi.
Bir sefer esnâsında veziriâzamın tuğlarından birisi Paşakapısı önüne ve binek taşına dikilirdi. Bu münâsebetle merasim yapılıp, hafızlara Kur’ân-ı kerîm okutulur ve davet edilen din âlimlerinin duaları arasında sadrazamın tuğu mahalline konulurdu. Padişahlar, bizzat sefere gitmediği zaman, sadrazam, yalnız kendi tuğlarıyla hareket ederdi. Muharebe safında serdâr-ı ekremin tuğları yeniçerilerin arkalarında bulunur, tuğun dibinde mehterhâne ve daha arkada da sancak-ı şerîf ve serdar-ı ekremlik vazifesi de olan sadrazam bulunurdu.
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Tuğra
bởi Tarih Öğretmeni,