Soykırım

Soykırım

Aynı milletten, soydan, ırktan ve dinden olan insanlardan meydana gelen bir topluluğu plânlı bir şekilde yok etme, ortadan kaldırma.




1096-1270 seneleri arasında Müslümanlara karşı düzenlenen Haçlı Seferleri sırasında kadın, ihtiyar, çocuk denilmeden yüzbinlerce Müslüman öldürüldü. Haçlı orduları gittikleri yerlerde mabedlere sığınan kadınları ve çocukları acımasızca kılıçtan geçirdiler.

Bizans İmparatoru Alexis Comnen’in kızı Anna Comnen, yazdığı Alexis Comnen’in Hayatı adlı eserinde, Haçlıların Müslüman çocuklarına uyguladıkları soykırımı şöyle anlatır: “En büyük eğlencelerinden biri rastladıkları Müslüman çocukları öldürmek, kızartmak ve yemekti.”

Antakya kuşatmasında Firuz isimli bir Ermeni, Türklere etmiş olduğu sadakat yemininden dönerek müdafaa ve kumandanlığını üstlendiği kalenin burçlarından birinden gece aşağıya ipler sarkıtarak Haçlıların şehre girmelerini sağladı. Haçlılar, şehirde 10.000 Müslüman Türk’ü öldürdüler ve bütün camileri yaktılar. Hadiseye gözleriyle şahit olan papaz Lemoine; “Bizimkiler sokakları dolaşıyor, rastladıkları çocuklarla ihtiyarları paramparça ediyorlardı. Bu Türk katliamı, 12 Aralıkta meydana geldi. Ancak o gün herkes boğazlanamadı. Ertesi gün bizimkiler, geri kalanları kestiler” demektedir.

Mebûsan ve Âyân Meclisi Reisi Ahmed Rıza Bey, "Batı'nın Doğu Politikasının İflâsı" adlı eserinde Haçlı Seferleriyle ilgili olarak; “Godefroy’nın kumandasındaki Haçlı ordusunu teşkil eden şövalyelerden, rahiplerden, köylülerden meydana gelen karışık grup, yola çıkışlarından 3 yıl sonra Kudüs önüne ulaştılar. Kuşatma 4 gün sürdü. Hıristiyan savaşçılar, Müslüman halkın üzerine çullandılar ve sulh (barış) tanrısı adına 70.000 canı, yani Kudüs’ün kadın, çocuk, bütün Müslüman halkını kılıçtan geçirdiler. Ömer Camiine sığınan 10.000 Müslüman da boğazlanmaktan kurtulamadı. Ayrıca, pek çok mutezil (ayrılmış) sayılan Hıristiyan da katledildi. Kutsal şehirdeki katliam, 8 gün sürdü” diye yazarak, Hıristiyanların Müslümanlara karşı uyguladıkları korkunç soykırımı anlatmaktadır.

Asya kavimlerinden olup göçebe hayat süren, avcılık ve yağmacılıkla geçinen ve kan dökmeyi seven Moğollar, 13. yüzyılda devlet olarak ortaya çıktılar. Karakurum’da 1205’te ilk Moğol Devletini kuran Cengiz Han, cahil ve vahşi Moğollardan ve Tatarlardan büyük bir ordu, daha doğrusu yağmacılar güruhu topladı. Doğu Türkistan’ı ve Çin’i aldı. Harezmşah Devleti'ne saldırdı. Batı Türkistan, Horasan, Mültan gibi devrin medeniyet merkezlerini tahrip ettirdi. Buhara, Semerkand, Herat, Merv, Rey gibi birer kültür, sanat ve medeniyet âbidesi olan şehirleri yağmalayıp, yıktırdı. Bölgedeki şehirlerin halkından milyonlarca Müslümanı öldürterek soykırım uyguladı. Kafkasya’ya, Rusya’ya ve Anadolu’ya yayılan Moğollar, akla gelmedik işkence usulleri uygulayarak suçsuz insanların, kadın ve çocukların kanlarını zevk ve eğlence için döktüler. İslâm ülkelerine Haçlı Seferleri düzenleyen Avrupalı Hıristiyan devletlerle ittifak kurdular ve Müslümanlara karşı anlaştılar.

Cengiz Han'ın torunlarından olan Hülâgu da, 1258’de Abbasî Halifeliğinin merkezi olan Bağdat’ı istilâ ederek yakıp yıktırdı. Başta halife olmak üzere 800.000 Müslümanı öldürttü. İslâm âlimlerinin yüzyıllar boyu emek vererek hazırladıkları, tek orijinal nüshası bulunan eserler de dahil olmak üzere kütüphanelerdeki milyonlarca kitabı yaktırdı veya Dicle Nehrine attırdı. Şehirde bulunan tarihî eserleri yaktırıp, yıktırdı. Daha sonra gelen Moğol hükümdarları, Müslüman olarak birçok hizmetlerde bulundularsa da, atalarının başta Müslümanlar olmak üzere istilâ ettikleri yerlerdeki bütün insanlara uyguladıkları soykırım ve kültür-medeniyet katliamı, tarih sayfalarından silinmemiştir.

Asırlarca, Osmanlı Devleti'nin adil himayesi altında yaşayan gayrimüslim (Müslüman olmayan) topluluklar, Osmanlı Devletinin siyasî ve ekonomik bakımdan zayıflamasından ve Tanzimat adıyla gayrimüslimler lehine yapılan yeni düzenlemelerden faydalandılar. İngiltere, Fransa, Rusya gibi Hıristiyan devletlerin teşvik ve tahrikleriyle bağımsızlık istemeye başladılar. Mahallî komite (terör) teşkilâtları kurarak, çoğunlukta bulundukları bölgelerde Müslüman-Türk ahaliye baskı ve zulüm yaptılar. Sırplar, Karadağlılar, Bulgarlar, Yunanlılar, Müslüman-Türklere karşı, kadın, çocuk, ihtiyar ayırımı yapmaksızın akla gelmedik işkence usulleri tatbik ederek tam anlamıyla soykırım uyguladılar.

Doksanüç Harbi adıyla bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Ruslar ve bunların emrindeki Bulgarlar şehirleri topa tuttular. Sivil halkı çocuk, kadın, ihtiyar demeden topluca öldürdüler. Sağ kalanlara kadın, erkek, yaşlı, çocuk demeden zulmettiler, köyleri yağmaladıktan sonra ateşe verdiler. Karşı koyanları, bin bir türlü eza ve cefa ile esir kamplarına kadar aç susuz yürüttüler. Yolda hasta ve yaralı olanlar tedavi edilmediği gibi, o kış şartlarında aç kurtların pençesine canlı canlı bırakıldılar veya ölüme terk edildiler. Üstelik, henüz ölmeden bırakılan bu insanların elbiseleri bile Bulgarlar tarafından alındı. İngiliz konsolosluğu raporları, bu savaşta ölenlerin sayısını, 300-400.000, göçe zorlananların sayısını da 1.000.000 olarak göstermektedir. Arşiv belgelerine göre, yalnızca Eski Zağra’da sivil halk haricinde 15-16.000 asker öldürülerek, korkunç soykırım uygulandı. (Genelkurmay Başkanlığı Ateşe Klasör 584, dosya 30, fihrist 5)

Doksanüç Harbinden sonra 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında, Bulgar zulmü giderek arttı, Müslüman halk Hıristiyanlaştırılmaya zorlandı, camiler ve diğer İslâmî eserler yıkıldı. Asırlardır Rumeli’de yaşayan binlerce Müslüman nüfus, soykırıma tabi tutuldu. Pek çoğu hunharca öldürüldü. Büyük bir kısmı, malını mülkünü terk ederek Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Sadece Edirne’de, 225.000’den fazla Müslüman-Türk, Bulgar ordusunun esareti ve zulmü altında açlık ve sefillik sebebiyle hayatını kaybederek soykırıma uğratıldı.

Balkanlar'da yaşayan çeşitli milletler, bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra da daha şiddetli soykırıma devam ettiler. Bosna-Hersek’te, Bulgaristan’da, Yunanistan idaresi altındaki Batı Trakya’daki Müslüman-Türklere yapılan muameleler, bu soykırımın devamı niteliğindedir.

Osmanlı himayesinde huzur ve sükûn içinde yaşayan Ermeniler de, Osmanlı Devletinin son zamanlarında komiteler kurarak devlete karşı çıktılar. Bu komiteler, Ermeni ahaliyi Osmanlı Devleti’ne karşı isyana teşvik ettiler. İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya gibi Hıristiyan devletlerin de kışkırtmasıyla hareket eden Ermeniler, yaşadıkları bölgelerdeki Müslüman ahaliye karşı, geniş zulüm ve öldürme hareketlerine giriştiler.

Hınçak ve Taşnaksutyun adlı ihtilal komiteleri; Erzurum Olayı, Kumkapı Gösterisi, Merzifon, Kayseri, Yozgat Olayları, Sasun İsyanı, Bâb-ı Âli Gösterisi, birinci ve ikinci Zeytun isyanları, Van İsyanı, Osmanlı Bankası Saldırısı, Sultan İkinci Abdülhamid Han'a karşı tertiplenen Yıldız Suikastı (21 Temmuz 1905) gibi olaylar ve isyanlar tertipleyerek, pek çok Müslümanı öldürdüler. Kafkasya’daki Türk ahaliye karşı soykırım uyguladılar. 27 Mart 1909’da meydana gelen Adana olayları sırasında, 10.000 civarında Müslüman ahali öldü.

Birinci Dünya Savaşı ve İstiklâl Savaşı sırasında, Ruslarla ve diğer işgalcilerle birlikte hareket eden Ermeniler, Doğu ve Güney Anadolu bölgelerinde, Müslüman ahaliye karşı, akla gelmedik işkence usulleri tatbik ederek soykırımda bulundular.

Birinci Dünya Savaşında umumi seferberlik ilan edilince, askere gitmekten kaçan Ermeniler, Erzurum ve Erzincan havalisinde terör havası estirerek, geceleri evlere baskınlar düzenleyerek kadın ve çocukları öldürdüler. Soykırım, o dereceye ulaştı ki; memeden kesilmemiş çocuklar, hunharca öldürüldü, hamile kadınların karınları yarılarak çocuklar çıkarılıp, kesildi, insanlar evlere doldurularak diri diri yakıldı, bakire kızlar, her türlü kötülük yapıldıktan sonra parçalanarak öldürüldü. Rus Kafkas ordu kumandanı general Odişe Ruz Liyetze’nin anlattığına göre; kuyulardan seksener seksener mazlum Müslüman cenazeleri çıkıyor ve bu kuyuların sayısı, iki yüzü geçiyordu. Türk birliklerinin Erzincan’ı ele geçirdikleri sırada, şehir içinde ve dışında topladığı 800’ü geçen cenaze bu kuyulardakinden hariçtir. Çardaklı Boğazından Erzincan’a kadar bütün köyler tamamen yakılmış ve tahrip edilmiş, ahalisi öldürülmüş ve bütün meyve bahçeleri mahv ve tahrip edilmiş olduğu, şahit olanların raporlarından anlaşılıyor. Kuyularda ölü bulunanların cesetleri ve virane hâline gelmiş olan Erzincan ve ovası, bütün cihan medeniyetinin nazarları önüne konmaya hazırdır. (Üçüncü Ordu Mezâlim Dosyası)

Erzurum vilayetine bağlı kaza ve köylerde, Ermenilerin işledikleri mezalim de tüyler ürperticidir. Bu hususta, yerli yabancı pek çok kişi veya inceleme heyetinin raporları vardır. Erzurum ve civarındaki tahribat ve mezalim hakkında inceleme ve araştırma yapmakla vazifeli komisyonun raporundan bir bölüm şöyledir: “Ruslara rehberlik eden Ermeniler, uğradıkları köylerdeki erkekleri tamamen öldürüp, kadınlara da tecavüzle çeşitli alçaklıklar yaptılar. Çocuklarla ihtiyarlar bile bunların vahşi zulümlerinden kurtulamadı. Bir takım ihtiyar kadınları bir eve doldurarak ateşe verdiler. Hamile kadınları, çocuklarını süngülere takarak teşhir ettiler. Bu durumda hicrete mecbur olan ve her bir suretle hayatını kurtaran kişiler şahittir. Beş yüzü geçen ihtiyar erkeklerle pek çok kadın ve çocuktan meydana gelen bir kafile, Ermeni ve Ruslar tarafından Arpaderesi mevkiine götürülerek orada kurşun ve kılıçla yok edildiler. Ermeni çetelerinin zulüm ve alçaklıklarından birisini gösteren bu vaka, huzurumuzda ağlanarak anlatılmıştır.” (İnceleme Komisyonu üyeleri)

O sıralarda Tiflis'e gelen Rum göçmenleri, Kars’taki Müslümanların durumunu şöyle anlattılar: “Erzurum’u kurtarıp ilerleyen Türk ordusu karşısında geri çekilen Ermeni askerî birlikleri ve silâhlı Ermeni kaçkınları, yol uğraklarındaki Müslüman köyleri yeryüzünden silerek, her nesneyi ateşten ve kılıçtan geçiriyor ve düşünülmesi bile imkânsız bir vahşete ve yıkıma uğratıyorlar. Ermeni ordusu, süngü ucuna takılmış süt emer çocuklarla, geçtikleri yollar üzerinde Müslüman kadınlarını çırılçıplak soyunduruyorlardı.”

Ermeniler, Diyarbakır, Urfa, Adana, Muş, Bitlis, Van, Elâzığ, Sivas, Trabzon gibi yerlerde de işgalcilerle beraber hareket edip, savunmasız Müslüman ahaliye karşı soykırım uyguladılar. 1990'lı yıllarda, Âzerbaycan topraklarını işgal ederek Müslüman-Türkleri acımasızca öldüren ve evlerinden, yurtlarından çıkaran Ermeniler, tarihteki soykırımlarını devam ettirmişlerdir.

Gerek Çarlık döneminde gerekse Bolşevikler döneminde Rusya’daki, Türkistan ve Kafkasya’daki Müslüman-Türklere karşı uygulanan soykırım da akıl almaz ölçülerdedir. Sadece altmış senede Komünist idareciler tarafından 50 milyon Müslüman ve Türk öldürüldü. On binlerce aile, yurtlarından uzaklaştırılarak Sibirya’daki kamplara sürgün edildi.

Kıbrıslı Rumlar, Enosis yani Kıbrıs’taki Türk halkını yok edip, adayı Yunanistan’a bağlamak için çeşitli hareketlerde bulundular. Bilhassa 1958-1974 seneleri arasında, Türklere karşı soykırım uyguladılar. Rum saldırıları sırasında 103 Türk köyü terk edildi. Silahlı saldırıya uğrayan bu köyler, EOKA Rum Terör Örgütü tarafından yakılıp, yıkıldı. Bu köylerde oturan 80.000’den fazla Türk, can güvenliklerini sağlamak için daha büyük yerleşim birimlerine göç etti. 1963’ten sonra yollardan, tarlalardan ve evlerinden götürülen yüzlerce Türk’ün sonundan haber alınamadı. 1963’teki Ayvasıl, 1974’teki Muratağa, Atlılar, Sandallar, Taşkent, Alaminyo, Terâzi, Tatlısu köylerindeki bütün sivil halk, kazılan geniş çukurlara canlı canlı gömülerek veya çeşitli işkenceler yapılarak öldürüldüler. Bu toplu öldürme hâdiseleri, Rumların Türklere karşı uyguladıkları soykırımdır.



Dünyanın dört bucağında, insanlara, inançlarından, soy veya ırklarından dolayı, yapılan baskı, zulüm ve toplu öldürmeler, medenî sayılan Hıristiyan Avrupa milletleri ile Rusya ve Amerika’nın taraflı tutumları sebebiyle günümüzde de devam etmektedir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kullanıcılar

Geri
Üst Alt